En son haberleri Instagram sayfamızda takip edin

Esirlikte korkunç işkencelere maruz kalan Mayıl: "Ermeniler hamile kadını testereyle parçaladılar."
Ben Mayıl Memmedov'u tanıdığımda henüz çocuktum. Her şeyi tam olarak anlamasam da, bana savaşın ne demek olduğu anlatılmıştı. Biliyordum ki savaş, her sabah uyandığımda babamın savaş botlarını evimizin merdiveninin önünde görüp sevinmekti.
Biz 90'lı yılların çocukları, çabuk büyümek istemezdik. Çabuk büyümek, çabuk ölmek demekti. Annelerin anlattığı masalların ayağına büyük gelirdi babaların savaş botları - bunu da biliyorduk.
Oxu.Az Mayıl Memmedovla bu ropörtajı bilmeyenler ve unutanlar için yaptı.
Yıllar sonra Mayıl'la tekrar karşılaştım. 8 ay 14 gün ermeni esareti altında kalmış Mayıl'dan başından geçenleri anlatmasını istedim. O anlattı, ben dinlemedim, gördüm. Hocalı dehşetinin perde arkasını gördüm. O anlattı, ben yazdım:
Mayıl Memmedov'un Karabağ'daki savaş yolu Ağdere'den başlamış. 1991 yılında Azerbaycan'ın Göyçay şehrinden orduya katılan Mayıl Memmedov, sekiz ay on dört gün boyunca Ermeni esaretinde kalmış. Esaret altındayken Mayıl'a ermeniler tarafından akıl almaz işkenceler verilmiş.
Karabağ'da işlediği suçlar nedeniyle şu anda Azerbaycan'da yargılanmakta olan Vagif Xaçaturyan tarafından Mayıl Memmedov'un göğsü Ermeni haçıyla dağlanmış.
- Mayıl, Ermenilere nasıl esir düştün?
- 1992 yılında, birkaç savaşçı arkadaşımla birlikte keşif yapmak için Ağdere'nin Sırxavend köyünden Dovşanlı köyüne gitmiştik. Dönerken, yaklaşık 170 askerimizin Ermeniler tarafından şehit edildiğini gördük. Ermeniler bizi kuşatmıştı, ben yanımdaki asker arkadaşlarımı Sırxavend'den çıkarmaya çalışıyordum. Bir grad roketi yakınımıza düştü, yanımdaki çoğu savaşçı arkadaşım hayatını kaybetti. Ben sağ kaldım. Bir anlık baygınlık geçirdim, kendimi çayın içinde buldum. Çayın içinden sürünerek çıktım ve yakınlardaki bir kayaya sırtımı dayayıp oturdum. Başımdan ve ayaklarımdan yaralanmıştım. Oturduğum yerde bayıldım. Ertesi gün, yüzümde güneş ışığını hissederek uyandım. Birden ses duydum. Etrafıma göz attığımda, bir Ermeni asker benden azıcık uzakta bir şeyler aradığını gördüm. Yerden bir otomatik tüfek bulan Ermeni asker, etrafına seslenirken fark ettim ki, o yalnız değil. Beni görmediğini zann ediyordum. O Ermeni'nin gözden kaybolduğunu gördüm ve birkaç dakika sonra boynumun arkasından otomatik tüfeğin dipçiğiyle vuruldum, kendimden geçtim.
Uyandığımda, kendimi bir tankın üstüne bağlanmış ve Karabağ'ın Hocavend bölgesindeydim.
Yolun ortasında bir kuyu vardı, beni o kuyunun içine attılar.
Yakınlarda yaşayan Ermeniler, kadınlı erkekli, büyükten küçüğe kuyunun başında toplanıp beni taşlamaya başladılar. Sonra beni o kuyunun içinden çıkardılar. Kuyunun içi su doluydu, üşüyordum, titriyordum. Ekim ayıydı, sulu kar yağıyordu.
Ermeni askerler beni askeri birlik olarak kullanılan bir yere götürdüler. Kendimi bir Rus askeri subayının odasında buldum. O askeri subayın yanında 3-4 silahlı Ermeni de oturuyordu. Rus askeri ayağa kalkıp, masanın üzerindeki elmayı alıp bana uzattı. Yanımdaki Ermenilerden biri elmayı onun elinden alıp başıma koydu. "Kıpırdama." dedi. Belinden uzun bir hançer çıkartıp, aniden başımın ortasına indirdi. Kafamı kesecekmiş gibi düşündüm. Elma ikiye bölünüp yere düştü. Elmanın yarısını yerden alıp bana verdi. "Ye." dedi. Yemek istedim, ama yiyemedim. Beni kuyudan çıkardıklarında ağzımı tekmelemişlerdi. Ağzımda bir kaç tane diş kalmıştı. Bunu gördü, ağzımı açamayacağımı fark etti. O Ermeni beni yere yıktı ve ağzımı tekmeledi. Sonra beni oradan alıp, Hankendi'ne götürdüler. Orada bir yer vardı, oraya vardığımızda siyah takım elbiseli, kravatlı bir Ermeni karşımıza çıktı. Benden Azerbaycan dilinde "Nerelisin?" diye sordu. Azerbaycanlı olduğumu söyledim. "Hayır, hangi bölgeden olduğunu soruyorum." dedi. Göyçaylı olduğumu öğrendiğinde, "Göyçay'ın narı çok lezzetli oluyor." dedi. Benden "Peki burada ne işin var?" diye sordu. Topraklarımızı işgalden kurtarmak için geldiğimi söylediğimde, eğilip yerden toprak aldı. Nemli toprağı elinde yuvarlayıp, "Ağzını aç." dedi. Yanımdakiler ağzımı zorla açtılar. O kişi, toprağı ağzıma tıktı ve "İşte bu da toprak, ye!" diye bağırdı.
Beni hemen orada sert bir şekilde dövdüler. Sonra yanımdaki iki Ermeni asker, beni sürüyerek esirlerin tutulduğu yere götürdüler. O sırada, elinde demir bir aletle araba tamiri yapan bir Ermeni, Türk olduğumu öğrendiğinde, sol kolumu o demir aletle kırdı.
Bir anlık Mayıl'ın yüzünün rengi değişiyor.
- Ne oldu Mayıl? Konuşmak istemiyorsan, devam etmeyelim...
- Hayır, devam edelim.
Esirlerin tutulduğu yer dikenli tellerle çevrilmişti. Beni sürüyerek o tel örgünün yanına getirdiler. Orada ne kadar kolu bağlı kız ve kadın vardı, biliyor musun? Sanırım onlar Hocalı esirleriydi. Yanımdaki iki Ermeni askerden biri ayaklarımdan, diğeri de ellerimden tuttu. O dikenli tel örgü o kadar yüksek değildi. Beni sallayıp, o tarafa attılar. Çöp torbası gibi. Acıdan inliyordum. Orada esirlere göz kulak olmakla görevli iki Ermeni vardı, biri albaydı. Nard oynuyorlardı. Geldiler, beni yerden kaldırdılar. O albay beni alıp, nard tahtasının önüne oturttu. "Gel, nard oynayalım. Kazanırsan, sana her gün bir fincan tatlı su vereceğim." dedi. Yeni oturmuştuk ki, o albayın telefonuna bir çağrı geldi ve yerinden kalkıp gitti.
Beni alıp bir odaya koydular. İşte, asıl acılı günlerim bundan sonra başladı.
- İşkenceler hakkında biraz konuşabilir misin?
- Beni dizlerimin üstüne çökertip, ayaklarımın altına sopa ile vuruyorlardı. Sonra beni alıp yeraltı bir hapishaneye attılar. İki ay burada kaldım. Her gün işkence yapıyorlardı. Sigara eriyip bitene kadar, közünü kollarıma tutup, kollarımın etini yakıyorlardı. İki ay Hankendi'nde tutulduktan sonra beni Hadrut'a götürdüler.
Göğsümdeki bu haç yarasını da o zaman bastılar...
Konuşmakta zorlanıyor…
- Kaynakla demiri haç şeklinde kesip, ateşte köz gibi kızdırıp, göğsüme bastılar.
Göğsüme bu yarayı açan Ermeninin adı Vaqif'ti, Azerbaycan dilinde çok iyi konuşuyordu. 2023 antiterör operasyonundan sonra, Ermeniler Hankendi'nden çıkarken, tutuklanan Vaqif Xaçaturyan'ı hemen tanıdım. Göğsümü yaralayan bu Vaqif'ti.
Beni yere yıkıp, göğsüme közleşmiş demir haçı bastılar. Bir siyah derili paralı asker de, ayağıyla haçın üzerinden benim göğsüme basmıştı.
- Seni Hadrut'ta ne kadar tuttular?
- Yanılmıyorsam orada 15 gün kaldım. Sonra beni Şuşa hapishanesine götürdüler.
Şuşa hapishanesi dehşetli bir yerdi. Ne gece ne gündüz. Her saat, her dakika korkunç çığlıklar duyuyordum. Beni tek kişilik bir hücreye koymuşlardı. Her gün dayanılmaz işkenceler yapıyorlardı. Göğsüme vurulan haçın yarası kabuk bağladığında, gelip o kabuğu soyarak yaranın iyileşmesini engelliyorlardı.
Hayal et ki, Ermeniler gözümün önünde Azerbaycanlı hamile bir esir kadını matkapla doğradılar. Bebekler açlıktan ve susuzluktan ölüyordu. Cesetlerini alıp çöpe atıyorlardı. İki ay boyunca Şuşa hapishanesinde tuttular beni.
- Orada sana hangi işkenceleri yaptılar?
- Hangi işkenceyi yapmadılar ki? Vücuduma elektrik veriyorlardı. Vücudumun çeşitli yerlerinde sigara söndürüyorlardı… Zor, konuşmak çok zor…
- Anlıyorum…
- Hayır, yaşamayan anlamaz…
- Son zamanlarda Şuşa hapishanesine gittin mi?
- Şuşa işgalden kurtarıldıktan sonra gitmiştim.
- Ağır işkencelere maruz kaldığın yeri görmek…
- Korkunçtu…
- Mayıl, devam etmeyelim…
- Peki…
Elçin Aslangil
"Şuşa" etiketine göre haberler
- Mihriban Aliyeva, Şuşa ilçesine ziyaretinden paylaşım yaptı
- İlham Aliyev ve Mihriban Aliyeva Şuşa şehrinin Daşaltı köy camisinin açılışına katıldılar
- Şuşa'ya dönen sakinler: "Ermeniler sadece şehrimizi değil, hayallerimizi de elimizden almışlardı"
- Euronews Karabağ'daki toplu mezar hakkında materyal hazırladı
- İtalyan Parlamenterler Şuşa'daki Yeniden İmar ve Restorasyon Çalışmalarını İnceliyor