En son haberleri X sayfamızda takip edin
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 7 Ocak'ta yerel televizyon kanallarına bir röportaj verdi
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 7 Ocak'ta yerel televizyon kanallarına bir röportaj verdi.
Oxu.Az, AZERTAC'a atıfta bulunarak röportajı sunuyor:
Azerbaycan Televizyonu'ndan Vüsal Metleb: Hoş geldiniz, Sayın Cumhurbaşkanı. İlk olarak, geleneksel hale gelen bu röportaj formatı için size teşekkür etmek isterim. Çünkü bu, kamuoyunu ilgilendiren meselelerle ilgili olarak görüşlerinizi ayrıntılı bir şekilde öğrenme fırsatı sunuyor. Bir sonraki fırsat için minnettarız.
2024 yılına dair sosyal ve ekonomik sonuçlarla başlamak isterdim. 2024 yılının sosyal ve ekonomik göstergeleri hakkında neler söyleyebilirsiniz ve bu göstergeler 2025 yılı için hangi tahminlere temel oluşturuyor?
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Geçen yıl, ekonomik gelişim açısından yine başarılı bir yıl oldu. Azerbaycan ekonomisi gelişti. Bugünkü dünya manzarasına baktığımızda gelişim hızları olumlu sayılabilir. Yani, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) %4'ten fazla arttı. Aslında, bizim için esas gösterge, petrol dışı sektörün gelişimidir. Çünkü bildiğiniz gibi, son zamanlarda petrol üretiminde düşüş yaşamıştık ve yapılan müzakereler, gösterilen çabalar sonucunda bu düşüş son bulacak ve petrol üretimi sabit kalacak. Bu nedenle, petrol üretiminin azalması bundan sonra GSYİH'ya olumsuz bir etki yapmayacak. Dolayısıyla, genel ekonomik göstergelere bakarken, öncelikle petrol dışı sektörün parametrelerini göz önünde bulunduruyorduk. Burada da gelişim daha başarılı, %6'dan fazla artış yaşandı. Uzun yıllar boyunca ekonomik gelişimle ilgili ana hedeflerimizden biri sanayi üretiminin artırılmasıydı ve petrol dışı sanayi sektöründeki artış daha da yüksek. Bu artış %7'den fazla. Yani, dünya ekonomisinin büyüme hızlarına ve gelişmiş ülkelerin gelişimine ya da duraklamasına bakarsak, Azerbaycan ekonomisinin başarıyla geliştiğini görürüz. Elbette bunun temelinde düşünülmüş bir politika bulunmaktadır.
Bu göstergeler, sadece geçen yılın ürünü değil. Uzun yıllar süren ekonomik reformlar, şeffaflık, tekelcilik karşıtı mücadele, yatırımların çekilmesi ve yatırım ortamının iyileştirilmesi sonucunda, uluslararası önde gelen derecelendirme kuruluşlarının Azerbaycan'a bakışında olumlu değişiklikler görüyoruz. Yani, onlar da gerçekleri inkar edemezler. Halbuki ben, uluslararası derecelendirmemizin şu andakinden daha yüksek bir seviyeye layık olduğunu düşünüyorum ve bazı sebeplerden ötürü önde gelen derecelendirme kuruluşları henüz daha temkinli bir yaklaşım sergiliyorlar. Yani, bütün bunlar, bizlerin ekonomik alanda sürdürülebilir kalkınmaya ulaşabildiğimizi gösteriyor ve eminim ki, bu yıl ve gelecek yıllarda bu dinamizm devam edecektir.
Mali durumumuza gelirsek, geçen yıl mali durumumuzu büyük ölçüde iyileştirdik ve rezervlerimizi artırabildik. Geçen yılın bütçesi rekor seviyedeydi ve birçok sosyal program uygulandı, bunun yanında Karabağ'ın yeniden inşasıyla ilgili büyük bir fon seferber edildi. Buna rağmen, biz optimizasyonu öyle bir şekilde organize ettik ki, döviz rezervlerimiz daha da arttı. Yıl boyunca döviz rezervlerimiz yaklaşık 5 milyar dolar arttı ve bugün bu rakam 72 milyar dolara eşdeğer. 10 milyon nüfuslu bir ülke için bu çok büyük bir göstergedir. Çünkü her şey karşılaştırmalı olarak ölçülür. Dünya ülkelerinin döviz rezervlerinin hesaplanmasında, tabii ki, kişi başına düşen rezervlere dayalı yapılmalıdır ve bu göstergede Azerbaycan, dünyadaki önde gelen ülkeler arasında yer almaktadır.
İkinci önemli gösterge ise, gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) dış borca oranıdır. Bu konuda da dünyada lider ülkeler arasında olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü dış borcumuz, gayri safi yurt içi hasılamızın sadece %7.2'sini oluşturuyor. Karşılaştırma yapmak gerekirse, birçok gelişmiş ülkede bu oran %100'ün üzerinde ve %7.2 oranı gerçekten çok büyük bir sonuçtur. Bu nedenle, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının Azerbaycan'a daha adil bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki, döviz rezervlerinin dış borçla karşılaştırılması da önemli faktörlerden biridir. Burada da döviz rezervlerimiz, dış borcumuzu 14 kat üstlüyor. Yani, eğer biri bana ikinci bir böyle ülke gösterirse - gelişmiş ülkelerden bahsediyorum - eğer bu rakamlar toplamını sunarsa, elbette minnettar olabilirim. Ama gelişmiş ülkeler arasında böyle bir örnek yok. Yani, bütün bunlar, ekonomimizin dayanıklı olduğunu, kendi kaynaklarına dayandığını, hiçbir dış finansmana ihtiyaç duymadığını gösteriyor. Halbuki biz şimdi dış borcumuzu biraz artırmak için de çaba göstermeye başladık. Bir ölçüde artabilir, çünkü bu önemli ölçüde azaldı. Beş yıl önce, dış borcumuz gayri safi yurt içi hasılamızın yaklaşık %20'sini, buna yakın bir oranını oluştururken, hedef koydum ki, bunu %10'a indirmeliyiz. Şu an %7.2 seviyesindedir, yani dış finansman bize ne verecek? Ülke karşısında bir çok ciddi yatırım gerektiren mesele olduğunu göz önünde bulundurursak, bu, bütçe yükünü bir miktar azaltacaktır. Bu nedenle, dış borcumuzun ödeme takvimi de belirlenmiş ve bugün 5.2 milyar dolara eşdeğer olan dış borcumuz yıllar geçtikçe daha da azalacaktır. Bu yüzden, ek mali kaynakların sağlanması uygun görülebilir ve hükümet bu yönde faaliyetlerine başladı. Benim tarafımdan gerekli talimatlar verildi.
Tabii ki, bütçe parametreleri de her ülkenin ekonomik potansiyelini yansıtır: hem parametreler, hem de dinamikalar. Bu yılın bütçesi rekor seviyededir. Bütçe harcamaları 41 milyar manattan fazladır. Genel bütçe ise 48 milyar manatı aştı. Yani, Azerbaycan tarihinde bu kadar büyük bir bütçe olmadı. Tüm bu faktörleri sıralayarak bir kez daha göstermek isterim ki, biz yalnızca iç kaynaklar sayesinde, şeffaflık, yönetim ve doğru ekonomik politikalar sonucunda bu sonuçlara ulaşmışız. Defalarca belirttim ve artık herkesin de gördüğünü düşünüyorum ki, her ülkenin siyasi bağımsızlığı, ekonomik bağımsızlığından bağımsız değildir. Yani, ekonomik açıdan, finansal meselelerde eğer hiç kimseye bağlı değilsen, bağımsız bir politika yürütebilirsin. Bu nedenle, genel olarak tabii ki birçok başka parametre de vardır. Ama ana ekonomik göstergeler bundan ibarettir. Tabii ki, bu bize sosyal programları daha aktif bir şekilde uygulama imkanı sunuyor.
Bildiğiniz gibi, bu yılın 1 Ocak'ından itibaren asgari ücret 55 manat artarak 400 manata ulaştı, asgari emekli maaşı ise 40 manat artarak 320 manata yükseldi. Ortalama artış %14-15 civarındadır. Bu kadar büyük yatırım yapan ve Karabağ'ın yeniden inşası gibi bu kadar büyük bir sorunu olan bir ülkede bu alana da bu kadar dikkat etmek, tabii ki, bizim politikamızın özünü gösteriyor. Yani, Azerbaycan vatandaşları yıl geçtikçe daha iyi yaşamalıdır. Eğer bu artışı enflasyon oranıyla karşılaştırırsak, ki geçen yıl %2'den biraz daha fazlaydı, yani bu artış özellikle az korunmuş kesimler için devlet tarafından bir başka yardımdır. Her şey toplumda da, siyasette de, ailede de adil olmalıdır ve sosyal adalet ilkeleri her zaman bizim için önemli oldu. İmkan buldukça, biz öncelikle bu alanı da, tabiri caizse, göz önünde bulundurduk. Son birkaç yıl içinde dört sosyal paket uygulandı ve bu amaçlar için 7 milyar manattan fazla kaynak harcandı. Bundan sonra da sosyal ve ekonomik gelişim yan yana gidecektir. Ekonomik imkanlar arttıkça, biz daima sosyal meselelerin çözümüne - asgari ücret, emekli maaşları, sosyal yardımların artırılması gibi konulara - dikkat göstereceğiz.
AnewZ Televizyonu'ndan Guy Show: Sayın Cumhurbaşkanı, bu röportaj fırsatına göre AnewZ kanalı adına size teşekkür etmek isterim. İngilizce yayın yapan uluslararası bir kanal olarak, izleyicilerimiz için sorularımıza İngilizce yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim.
Sorum COP29 ile ilgili. Neredeyse tüm dünyadan katılımcılar Bakü'ye geldiler ve yoğun tartışmalar yapıldı. Katılmayanlar da dikkat çekti - Fransa Cumhurbaşkanı, Avrupa Komisyonu Başkanı. Ancak buna rağmen, anlaşma sağlandı. Etkinlik çerçevesinde elde edilen başarılarla ilgili görüşlerinizi öğrenmek isteriz. Ayrıca, mevcut ve gelecek yıl ilerleme sağlamak için hangi adımlar atılmalıdır?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Evet, bizim için COP29 büyük bir meydan okuma ve büyük bir fırsattı. Bizim görevimiz bu meydan okumayı başarıya dönüştürmekti. Tabii ki, tamamen farkındaydık ki, Azerbaycan'ın sera gazları emisyonu açısından çok büyük bir payı yok ve bu alanda dünyanın birleşmesinde önemli bir rol oynayamayabiliriz. Ancak, uluslararası kuruluşlardaki faaliyet tecrübemiz ve çeşitlendirilmiş dış politikamızın, bize köprüler kurmada yardımcı olacağına inandık.
Böylece, biz 2023 yılının Aralık ayında COP29'a ev sahipliği yapma fırsatını elde eder etmez, bu konunun özünü daha derinden ele almaya başladık. Samimi olmak gerekirse, o zamana kadar süreçte o kadar aktif bir şekilde yer almıyorduk. Bu işte başarı elde etmemizde en büyük engel, Küresel Güney ile Küresel Kuzey arasında var olan güvensizliktir - çevreyi en çok kirleten ülkeler ile bundan zarar gören ülkeler arasındaki uçurum. Biz bu dengesizliği görüyoruz - iklim değişikliği sonucunda bazı ülkelerin varlığı tehlikeye girmiş durumda. Emisyon açısından bu ülkelerin payı sadece %0.1, ancak özellikle küçük ada devletlerinin hayatı ve geleceği tehlikeye girmektedir.
Yani, biz hazırlık çalışmalarına başladık ve Küresel Güney çerçevesinde oldukça aktif bir şekilde çalıştık. Son dört yıl boyunca Hareketin başkanlığını üstlendik. Bu büyük bir başarıydı ve üye devletlerin oy birliğiyle başkanlığımız bir yıl daha uzatıldı. Aynı zamanda, Avrupa siyasetinde aktif yer alan bir ülke olarak Azerbaycan, Avrupa Birliği'nin 10 üye ülkesiyle stratejik ortaklık deklarasyonu imzaladı ve kabul etti. Bu çalışmanın başarılı olabileceğine inandık.
Hemen iki yönde çalışmaya başladık - hazırlık ve içerik. Her iki yönde de birçok zorluk vardı, ancak nihai sonuç bunun bir başarı hikayesi olduğunu kanıtladı. Hazırlık bizim için büyük bir meydan okumaydı çünkü önceki COP'lardan farklı olarak hazırlık için 2 yıl değil, yalnızca 11 ayımız vardı. Stadyum ve etrafında dev yapılar inşa etmemiz gerekiyordu - bu, 200 bin metrekarelik kapalı bir alanı kapsıyordu. Etkinlik organizasyonu herkesin memnuniyetini sağladı. Bu sadece o alanın inşası demek değildi. Buraya lojistik, ulaşım, konaklama, otellerin sertifikalandırılması, misafirlerin yerleştirilmesi için ek alanların belirlenmesi de dahildi. 197 ülkeden 76 bin katılımcının kaydını yaptırmış olduğu göz önüne alındığında, bu kadar yerimiz yoktu.
Bir diğer beklemediğimiz problem ise COP29'u siyasi sebeplerle boykot etme çabalarıydı. Bu oldukça beklenmedikti. Sanırım bu etkinliğe ev sahipliği yapan hiçbir ülke bu kadar direnişle karşılaşmadı. Ancak biz bunun üstesinden gelebildik. Boykot başarısız oldu. Belirttiğiniz gibi, bazı ülkeler, özellikle de Fransa, etkinliği gözden düşürmek için her şeylerini yapıyordu. Aldığım bilgilere göre, Fransa Cumhurbaşkanı kişisel olarak onlara telefon ederek Bakü'ye gitmemelerini tavsiye ediyormuş. Yani, liderlerin buraya gelmelerinin engellenmesi için bu kadar ileriye gidildi. Ancak bu da başarısız oldu. Seksen devlet ve hükümet başkanı Bakü'ye geldi ve bu bir kez daha Azerbaycan'ın güvenilir bir partner olduğunu gösterdi.
Avrupa Komisyonu Başkanı'nın katılmaması konusunda ise, bildiğim kadarıyla bu, Avrupa Komisyonu Başkanı'nın katılmadığı ilk COP oldu. Oysa katılımı birkaç ay önce onaylandı. Hatta Avrupa Komisyonu'nun teşvikiyle Azerbaycan, Gürcistan, Macaristan ve Romanya liderlerinin katılımıyla yeşil kablo projesine adanmış özel bir oturum düzenlenecekti. Yoğun programa rağmen, biz bu oturum için özel bir zaman ayırabildik. Ancak yine de ziyaret son anda ertelendi ve bu beklenmedik bir durumdu.
Biliyorum ki, COP29'un organizasyon komitesi Avrupa Komisyonu ile temasa geçti ve karşı tarafa bildirdi ki, COP iki hafta boyunca sürecek ve ziyaret etmek için yeterli zaman var. Bu arada, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri iki kez ziyaret etti - etkinliğin açılışında ve kapanışında. Ancak yine de bu mesaja Avrupa Komisyonu tarafından önem verilmedi. Tabii ki, bu COP29'un düzenlenmesine engel olmadı, ancak COP'a üye bir taraf olarak Avrupa Komisyonu'nun katılmaması birçok soru işareti doğurdu.
Buna rağmen, organizasyon açısından bu gerçekten de bir başarı hikayesi oldu. Bir kez daha belirtmek gerekirse, bizim yalnızca 10 şikayetimiz vardı ve bunlar hemen çözüldü.
Sonuçlara gelince, pek çok kişi bunu Bakü Başarısı olarak adlandırıyor ve ben buna katılıyorum. Çünkü yaklaşık 10 yıl boyunca taraflar karbon piyasası konusunda bir anlaşmaya varamadı ve COP'un ilk günlerinde dahi başarı sağlandı - Paris Anlaşması'nın 6. maddesi uyarınca karbon piyasasına dair anlaşma sağlandı. Bu önemli bir başarıydı ve herkes bundan memnun kaldı. Yani, on yıl boyunca çözülemeyen bir mesele Bakü'de çözüm buldu.
Tabii ki, COP'un ana konularından biri finansman meselesiydi. Bilirim ki, yaklaşık 1 trilyon dolar civarında beklentiler vardı, ancak bu tamamen gerçekçi olmayan bir rakamdı. Başarı ise, önümüzdeki yıllar için belirlenen rakamı üç kat artırabilmemizdi. Çünkü COP29 öncesinde anlaşılmış rakam 100 milyar dolardı. Burada - Bakü'de - bunu 300 milyar dolara çıkardık. Yani, biri iddia ediyorsa ki bu bir başarısızlıktı, bu haksızlıktır. Bu bir başarıydı ve bu, geleceğe bırakılacak bir miras oldu.
Bunun dışında da önemli girişimler oldu - Azerbaycan'ın ileri sürdüğü girişimlerin sayısı 14'tü. Bunların hepsini sıralamak istemiyorum. Ancak bu, bu meseleye ne kadar ciddi yaklaştığımızı gösteriyor. Tabii ki, diğer COP etkinliklerinde kullanılacak bir başka miras, şu anki, geçmiş ve gelecekteki COP'a ev sahipliği yapacak ülkeler arasındaki "Troika" mekanizmasıdır. Bu bir sinerji yaratır, çünkü biz BAE'de elde edilen başarı üzerinde başarı kazandık - ben, COP28 BAE Konsensüsünü kastediyorum. Biz onların deneyiminden faydalandık ve bu yıl Brezilya'da düzenlenecek COP sırasında, orada BAE ve Azerbaycan'ın elde ettiği başarıya başarı eklenmiş olacak.
Yeşil gündemimiz başka bir konudur. Bu, tamamen küresel yeşil dönüşüm ve yeşil gündeme uygundur. Biz şimdiden birçok iş yaptık ve yakın gelecekte planlanmış çok sayıda projemiz var.
Böylece, ben bunu bir kez daha büyük bir başarı olarak adlandırırdım. Bizim için diğer önemli bir faktör ülkenin tanıtımıydı. Bölgemizde henüz buna benzer, bu kadar çok konuğun katıldığı ikinci böyle bir etkinlik düzenlenmedi. Bu, ülkenin tanıtımıydı. Görüştüğüm ve ülkemize ilk kez gelen herkes gördüklerinin kendilerinde derin izler bıraktığını söylüyordu. Çünkü Azerbaycan hakkında bilgi eksikliği, ülkemiz hakkında kasıtlı dezenformasyon birçoklarının düşüncelerini etkiliyor ve onlar Azerbaycan'a gelip aktif toplum, eğitimli insanlar, profesyonel personel, şehrin güzelliği ve toplumdaki genel rahatlığı gördüklerinde, bu elbette ki farklı bir izlenim yaratıyor.
Böylece, biz çeşitli hedeflere ulaştık ve bu, Azerbaycan'ın bir başka başarısıdır.
İctimai Televizyonundan Nigar Sabirgizi: Sayın Cumhurbaşkanı, Siz COP29 hakkında konuştunuz. Tabii ki, COP29 Azerbaycan'ın uluslararası arenadaki itibarının bir göstergesiydi. Benim de sorum Azerbaycan'ın uluslararası arenadaki yeri ile ilgili olacak. Bilindiği gibi, ülkemiz birçok uluslararası kuruluşla yakın işbirliği yapıyor, bu kuruluşların üyesidir ve bu süreç devam ediyor. Yakın zamanda - geçen yılın sonunda, yani 19 Aralık'ta Azerbaycan bir başka prestijli kuruluş olan D-8'e üye kabul edildi. Böylece bu kuruluş neredeyse 30 yıl sonra Azerbaycan ile saflarını genişletti. D-8'e üyelik, - Azerbaycan'ın dünya siyasi sistemindeki yeri hakkında, yani sormak isterdim, bu, Azerbaycan için ne anlama geliyor, ülkemiz için hangi perspektifleri açıyor?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Bu, bizim için bir başka başarılı adım oldu. Çünkü Azerbaycan'ın bu kuruluşa kabulü ülkemizin itibarını bir kez daha gösteriyor. Siz de iyi biliyorsunuz ki, bu kuruluş yaklaşık 30 yıl önce kuruldu, Türkiye'nin girişimiyle ve sekiz ülkeden oluşuyordu. Bu yıllar boyunca ek üye kabul edilmedi. İlk genişleme kararından sonra kabul edilen üye Azerbaycan oldu. Elbette ki bu, ülkemizin itibarını, aynı zamanda uluslararası arenadaki rolümüzü gösteriyor. D-8 Müslüman ülkelerini birleştiren en büyük kuruluştur. Bir milyardan fazla nüfusu olan ve Müslüman ülkelerinin ekonomisinin yüzde 60'ını oluşturan bir kuruluştur. Eğer bu kuruluşun toplam gayri safi yurtiçi hasılasını ele alırsak, bu 5 trilyon dolardan fazladır. Dünyada 60'a yakın Müslüman ülkesi var ve tam olarak Azerbaycan yeni üye seçildi. Elbette ki bu, bizim için hem büyük bir şereftir, hem de büyük bir sorumluluktur. Artık tüm talimatlar verildi ki, Azerbaycan bu kuruluşta aktif olsun ve kendi katkısını sunabilsin.
Adaylığımızı ilk günden destekleyen Türkiye olmuştur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine ben bir keresinde Türkiye'de düzenlenen D-8 Zirvesi'ne misafir olarak katıldım, yaklaşık 7-8 yıl önce. O zamandan beri Azerbaycan'ın üyeliği ile ilgili konu gündeme alındı. Ancak tabii ki, tüm üye ülkeler arasında konsensüs olmalıydı ve nihayet bu konsensüs sağlandı.
Biz elbette üye ülkelerle daha yakın temasta olacağız. Zaten bugüne kadar da tüm üye ülkelerle çok aktif ilişkilerimiz var. Bu kararı yine başarılarımızın kabulü olarak görüyoruz ve yine söylüyorum, bu sadece ilk adımdır. Asıl mesele D-8'in gelecekteki faaliyeti ile ilgili olacak. Elbette bizim kendi fikirlerimiz, kendi gündemimiz var. Üye ülkelerle sürekli temasta olarak önerilerimizi sunacağız. Düşünüyorum ki, D-8'in bir teşkilat olarak daha büyük itibara sahip olması meselesi tamamen gerçekçidir. Ayrıca, düşünceme göre bir kere genişlemeye başlandığında, bu Azerbaycan'la sınırlı kalmayacak ve muhtemelen diğer ülkeler davet edilecek. Elbette bu konular konsensüs temelinde değerlendirilecek.
Azerbaycan her zaman İslam aleminin değerli bir üyesi oldu. Eğer İslam İşbirliği Teşkilatı liderlerinin açıklamalarına dikkat ederseniz görürsünüz ki, tüm dönemlerde bu teşkilat - ki tüm Müslüman ülkeleri birleştiriyor - Azerbaycan hakkında çok olumlu düşüncelere sahip oldu. Bizim İslam dayanışması ile ilgili adımlarımız, Azerbaycan'da İslam dinine olan saygı, dinler arası ilişkiler, Müslüman ülkeleri kapsamında birçok etkinliğin düzenlenmesi, bunun içinde IV İslam Dayanışma Oyunları'nın düzenlenmesi. Biz tüm uluslararası kuruluşlarda, BM dahil, daima Müslüman ülkelerinin çıkarlarını savunuyoruz. Biz tüm kuruluşlarda, eğer herhangi bir kuruluşta liderlik pozisyonu için seçim yapılıyorsa ve orada bir Müslüman ülkesinin temsilcisi varsa, mutlaka otomatik olarak o temsilciye oy veriyoruz. Yani, bu benim talimatımdır ve bir kez verilen talimat, yine söylüyorum, otomatik olarak uygulanıyor. Biz birçok Müslüman ülkesine yardımlar yaptık. Doğru, bununla övünmüyoruz ve yaptığımızda da bunu çok fazla duyurmuyoruz. Ancak basına yansıyan bilgiler bile bu alanda çok aktif olduğumuzu söylemeye yetiyor, hem COVID döneminde, hem diğer konularda, Filistin halkının karşılaştığı bu felaketle ilgili yine biz ön sıralarda olduk. Suriye'de artık Esad rejiminin çökmesinden, yeni hükümetin oluşmasından sonra Türkiye'nin ardından ikinci ülke Azerbaycan oldu ki, oraya insani yardım gösterdi ve biz her türlü diğer yardımları göstermeye hazırız. Bu amaçla Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı heyeti yakın zamanda Suriye'ye ziyarette bulundu.
Yani, tüm Müslüman ülkelerinin çıkarlarını kendi çıkarlarımız olarak kabul ediyoruz, belki de bu nedenle D-8'in genişleme politikasından sonra ilk seçim Azerbaycan oldu. Elbette, burada ülkemizin hem ekonomik potansiyeli, siyasi ağırlığı, askeri gücü dikkate alındı. İşte, bahsettiğim İslam dayanışması ile ilgili politikamız dikkate alındı ve aynı zamanda, bu teşkilat kendi coğrafyasını da genişletiyor. Artık D-8 hem Kafkasya, hem de Hazar bölgesine genişledi ve coğrafyamız ne kadar geniş olursa, imkanlarımız da o kadar geniş olacak.
Şimdi kimseye sır değil ki, yeni dünya düzeni şekilleniyor. Düşünüyorum ki, biz bu sürecin başlangıcındayız, birçok boşluk oluşmakta ve oluşacak. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan sistem artık potansiyelini kaybetti. Bunu birçok yerde yaşanan süreçler, çatışmalar, savaşlar ve diğer olaylar gösteriyor. Aynı zamanda, önde gelen Batı ülkelerinde siyasi ve manevi kriz de göz önünde. Yani, bugün Batı'nın karşılaştığı durumu en çok eleştiren Batı'nın önde gelen ülkesinin seçilmiş Başkanıdır, haklı olarak eleştiriyor. Çünkü bu sistem artık tükenmiş durumda. Bunu ben söylemiyorum. Bunu Amerika'nın birkaç gün sonra Başkanı olacak sayın Trump söylüyor. Doğal olarak, bu boşluklar daha da genişleyecek ve burada yeni bir aktörün, yeni, ciddi bir oyuncunun ciddi gündemle dahil olması gereklidir. Örneğin, biz düşünüyoruz ki, Türk Devletleri Teşkilatı dünya çapında ciddi bir güç merkezi haline gelebilir. Çünkü burada geniş coğrafya, insan kaynakları, doğal kaynaklar, ulaşım-iletişim hatları ve birlik vardır. Düşünüyorum ki, D-8 de bu boşluğu doldurabilir ve bu ülkelerde yine diyorum, 1 milyardan fazla, belki de 1 milyar 300 milyon insan yaşıyor. Müslüman ülkelerinin ekonomisinin yüzde 60'ı D-8'dedir, nüfusun yüzde 60'ı yine D-8 ülkelerindedir. Bu yüzden bu, bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmamak lazım, zaman kaybetmemek lazım ve biz bu gündemle bu örgüte üye oluyoruz. Düşünüyorum ki, bizim fikirlerimiz ve önerilerimiz özellikle dikkate alınacaktır.
Nigar Sabirqızı: Çok teşekkür ederim.
CBC Televizyonundan Senan Rzayev: Sayın Cumhurbaşkanı, kanalımızın yayın dili Rusçadır. İzninizle, size soruyu Rusça sormak istiyorum.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Buyurun, tabii.
Senan Rzayev: Sayın Cumhurbaşkanı, geçen yıldan bahsederken, önemli olaylardan biri de Azerbaycan'ın Gazah ilçesinin dört köyünün Ermeni işgalinden kurtarılması oldu. Dikkat çeken şey, bu durumun İrevan ile Bakü arasında bir tür diyalog sonucunda gerçekleşmesiydi. Bununla birlikte, beklenmedik olsa da, bu alanda kısa sürede devlet sınırının belirli bir kısmının sınır belirleme ve işaretleme çalışmaları tamamlandı. Görüşünüzü öğrenmek istiyorum: Sizce bunu başarmayı mümkün kılan faktörler nelerdi? Çünkü Ermenistan'la, yumuşak bir ifadeyle, karşılıklı ilişkilerimiz çok da basit değil, ancak burada böyle bir olay gerçekleşti.
-Bence bu, bir diyalog değil, monolog sonucunda gerçekleşti. Ermenistan'la on yıllar boyunca diyaloğun gerçekleşmediği açıktır. Ermenistan'ın işgalci politikası herhangi bir diyaloğu öngörmüyordu, onlar müzakere formatını işgali sürdürmek için paravan olarak kullanıyorlardı. Yakın zamanda basında çıkan bilgi - özellikle Ermenistan'ın ilk cumhurbaşkanının faşist açıklaması, bizim zaten uzun zamandır bildiğimizi bir kez daha doğruluyor: Ermenistan Azerbaycan topraklarının bir santimini bile boşaltmak istemiyordu. Bir müttefikten milyarlarca dolarlık ücretsiz silah, diğer ikisinden ise siyasi ve manevi destek aldıkları için kendilerini rahat hissediyorlardı. Böylece, AGİT Minsk Grubu'nun üç eş başkanının hepsi benim yanıt verdiğim o dönemde kesinlikle işgalcinin tarafındaydı.
2004'ten beri Minsk Grubu çerçevesinde müzakereler yürüten ve bu "üçlü" ile çok sayıda görüşme gerçekleştiren biri olarak bunu söylüyorum. Bu nedenle biz elbette bu toprakların diyalog yoluyla geri döneceğini düşünmüyorduk. Aynı şekilde toprak bütünlüğünün sağlanmasını da.
Ermenistan'ı gönüllü olarak, deyim yerindeyse zorunlu-gönüllü bir şekilde bu köyleri geri vermeye zorlayan birkaç faktör var. Birincisi, Vatan Savaşı ve onun sonuçlarıdır. İkincisi, anti-terör operasyonu. Sanırım bu, Ermeni yönetiminin onlarla birlikte Azerbaycan'a karşı duracağına dair tüm illüzyonları artık yok etmeliydi.
Gazah'ın dört köyü ile ilgili son talebim Ermenistan Başbakanına yaklaşık bir yıl önce, geçen yılın şubat ayında iletildi. Bu konu İkinci Karabağ Savaşı'nın bitiminden sonra sürekli gündemde oldu. Daha önce bunun hiçbir anlamı yoktu çünkü işgalle ilgili ana mesele çözülmemişti. Ancak üçlü Bildiri imzalandıktan hemen sonra, hatta imzalanmadan önce bu konu her zaman gündemde oldu ve hatta üçlü Bildiri'nin şartlarının görüşülmesi sırasında Gazah ilçesinin işgal edilmiş köyleri konusu da tarafımızdan gündeme getirildi. O zaman bazı nedenlerden dolayı bunu yapmak mümkün olmadı, ancak her halükarda buna ulaşacağımızı biliyorduk. Tüm topraklarımız üzerinde tam kontrolü geri alacağımızı bildiğimiz gibi. Çünkü 2020 yılı 10 Kasım Bildirisi işgal meselesini tam olarak çözmüyordu, hepimiz bunu iyi biliyoruz. Bu yüzden sert stratejik mantıkla hareket ederek, ardışık, amaçlı ve ısrarlı adımlar attık. Vatan Savaşı, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki şartlı sınırın belirli ölçüde netleştirilmesi, anti-terör operasyonu ve Gazah ilçesinin dört köyü. Bunlardan biri henüz Sovyetler Birliği döneminde, 1990'da işgal edildi, diğer üçü 1992'nin ilkbaharında işgal edildi. Böylece, geçen yılın Şubat ayında Münih'te Ermenistan Başbakanı ile görüşmede bu konu monolog şeklinde gündeme getirildi. Bu köyleri geri almak için başka yöntemlere başvurmak zorunda kalmadığımız için mutluyum. Sanırım son dört yılın dersleri - Ermeni tarafından henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da - dikkate alınıyor. Dolayısıyla bunu, sadece sınır belirleme değil, aynı zamanda sınır işaretleme çalışmalarında da iyi bir ilk adım olarak görüyorum. Sanırım bu, sınır belirleme ve işaretlemenin neredeyse aynı anda gerçekleştiği nadir bir olaydır.
Böylece, bu konuda adaleti sağladık ve topraklarımızı geri aldık. Şu anda benim tarafımdan bu köylere uzmanlardan oluşan bir grup gönderildi. Orada Ermeni yerleşim yerlerine yakınlık konusu ve tırmanma olması durumunda belirli tehditler var. Bu nedenle, bu köylerin sakinleri için konut yapımı amacıyla daha korunaklı bir yer seçilmesi ve güvenliklerinin sağlanması için talimat verdim. Çünkü böyle saldırgan bir komşumuz olduğu için öncelikle halkımızın güvenliğini düşünmeliyiz.
Böylece, sürecin maksimum şeffaf olduğunu ve Ermenilerin yeni hamilerince olumlu karşılandığını düşünüyorum, çünkü sınır belirleme süreci de yürütüldü. Elbette bu, sınırın tüm çevresi boyunca netleştirme için bir itici güç olmalıdır. Sınır belirleme ve işaretleme konusunda Ermenistan ve Azerbaycan komisyonlarının üzerinde anlaştığı protokol, sınırın netleştirilmesi sırasında güvenlik, iletişim, yerleşim yerleri, tarihi, ekolojik faktörler ve diğer birçok faktörün dikkate alınması gerektiğini gösteriyor. Yani, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki mevcut şartlı sınır, öncelikle kesin bir kural değildir. Bizim tutumumuz her zaman, bahsettiğim birçok faktörün netleştirilmesinin gerekli olduğu yönündeydi. Ancak bildiğim kadarıyla, bu ay, her halükarda bizim girişimimiz ve teklifimizle sınır belirleme konusunu sürdürmek için Azerbaycan ve Ermenistan komisyonlarının bir sonraki toplantısı yapılmalıdır. Metodoloji konusunda yaklaşımımız var ve bunu Ermeni tarafına sunduk. Bana rapor edildiğine göre, aldığımız sözlü yanıt onların tarafından özel bir itirazın olmadığını gösteriyor. Böylece, yaşayıp göreceğiz.
REAL TV'den Vefa Ağabalayeva: Sayın Cumhurbaşkanı, Azerbaycan'ın bağımsız bir ülke olarak güçlenmesi, düşmanlarının ve rakiplerinin kinini ve öfkesini artırıyor. Sizin yorumunuzda da bunu gördük. Batılı çevrelerin yürüttüğü süreçleri artık bu aşamada bir tür soğuk savaş olarak da adlandırabiliriz. Sorum Azerbaycan'ın yeni devlet bütçesiyle ilgili olacak. Somut olarak söylemek gerekirse, güvenlik ve askeri konular için ayrılan kaynaklardan bahsediyorum. Daha dün yine Ermenistan askeri birlikleri Azerbaycan topraklarını yeniden ateş altına aldılar. Bu yine bir provokasyon. Bu yeni harcamalar ve güvenlik konularına ayrılan kaynaklar, Batı komşularımızda yeniden rövanşizm eğilimleri baş göstermemesi, özellikle anayasalarını değiştirmemeleri ve komşularının topraklarına göz dikmemeleri için nasıl hizmet edecek?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Evet, tamamen haklısınız. Daha önce belirttiğim gibi, İkinci Karabağ Savaşı'nın ve anti-terör operasyonunun sonuçları Ermenistan'da çok ciddi şekilde değerlendirilmelidir. Ermenistan'daki silahlanma süreci elbette Güney Kafkasya için yeni bir tehdit unsurudur. Bunu daha önce söyledim ve tekrar söylemek istiyorum ki, biz sadece gözlemci olarak buna bakıp hiçbir şey yapmadan duramayız. Bunu aynı zamanda Ermenistan yönetimine de defalarca bildirdim ki, bu yeni tehlikeler yaratabilir. Aynı zamanda, bugün Ermenistan'ın arkasında duruyormuş gibi görünen ve onları Azerbaycan'a karşı yeni provokasyonlara, sabotajlara teşvik edenler, büyük ihtimalle sonuna kadar onların arkasında durmayacaklar. Nasıl ki 2020'de ve sonrasında duramadılar. Bu, durmak istemediklerinden değil, basitçe Azerbaycan bu fırsatları vermeyecek. Bu nedenle Azerbaycan'ın devlet bütçesinin önemli bir kısmı askeri ve güvenlik konularına harcanacak. Bunu daha önce bir kez söyledim: Karabağ ve Doğu Zengezur'un restorasyonu için 4 milyar, askeri ve güvenlik konularının çözümü için 8,4 milyar manat kaynak harcıyoruz. Bu, tamamen farklı olabilirdi. Çünkü Ermenistan'ın silahlanma yarışı, bizim de mali kaynaklarımızı temel meselelerden askeri konulara yönlendirmemizi zorunlu kılıyor. Ayrıca belirttim ki, Ermenistan silahlanma yarışında bizimle rekabet edemez. Ancak burada bir konuyu daha dikkate almalıyız. Ermenistan'a bu silahlar ya bedava veriliyor ya da kredi şeklinde. O krediler de belirli bir süre sonra siliniyor. Aynı zamanda, Avrupa Birliği'nin sözde barış fonundan. Sözde diyorum çünkü barış fonu aslında barış amaçları için kullanılmalıdır. Onların barış fonu ise silahlanmaya yönlendiriliyor. Oradan da ilk ödeme yapıldı ve bizde olan bilgilere göre, bu son ödeme değil.
Rahatsız edici diğer gerçek şu ki, geçen yılın Nisan ayında tarihte ilk kez çok garip bir işbirliği platformu kuruldu - Amerika, Avrupa Birliği ve Ermenistan. Bildiğiniz gibi, Amerika'nın Dışişleri Bakanı, Avrupa Komisyonu Başkanı ve Dışişleri Bakanı, Ermenistan Başbakanı Brüksel'de bir araya gelerek, fiilen yeni bir işbirliği konusunda anlaşmaya varmışlardı. Bizde olan bilgilere göre, bu görüşmeden önce varılan anlaşmada askeri bileşen de vardı, ancak daha sonra resmi olarak oradan çıkarıldı, fakat fiilen orada kaldı. Bu, aslında hem Avrupa Komisyonu'nu hem de Amerika Birleşik Devletleri'ni Azerbaycan-Ermenistan normalleşme sürecinden dışlamış oldu. Biz onlara bu konuda artık bildirdik. Eğer herhangi bir taraf taraf tutuyorsa, o dürüst arabulucu olamaz. Tam da bu nedenle geçen ay Amerika Dışişleri Bakanı'nın talebi havada kaldı ve Azerbaycan üçlü görüşmeye onay vermedi. Aynı şekilde, bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı'nın girişimiyle Brüksel'de birçok görüşme yapıldı. Artık buna da son verildi. Yani, biz ikili görüşmeler formatını destekliyoruz ve elbette ki, Azerbaycan bu meselenin tarafı olarak kendi pozisyonunu savunacak.
Ermenistan'ın silahlanması sadece yeni gerginliğe yol açacak. Biz bunu istemiyoruz. Biz barış istiyoruz. Savaş sayfasının artık kapanmasını istiyoruz. Ancak görüyoruz ki Ermenistan'ın hem kendisi hem de yeni destekçileri bunu istemiyor. Onlar rövanşist düşüncelerle yaşıyorlar ve Ermenistan bölge için fiili olarak bir tehdit kaynağıdır. Bağımsız Ermenistan devleti aslında faşist bir devlettir. Çünkü eğer bu ülkeye 30 yıla yakın faşist ideolojisinin taşıyıcıları liderlik ettiyse, bu ülkeyi kendileri gibi şekillendirdiler.
Şimdi bakın, Ermenistan'ın ilk Cumhurbaşkanı'nın ırkçı ve faşist açıklamaları ne kadar çirkinse, bir o kadar da tehlikelidir. O, etnik temizliği bir gurur kaynağı olarak gösteriyor, Azerbaycanlıların kendi tarihi topraklarından kovulmasıyla övünüyor. Bu video materyal şimdi kamuoyuna açıklandı. Ancak tabii ki bunu Ermenistan'da biliyorlardı. Ermenistan'ın müttefikleri, destekçileri tabii ki biliyorlardı ve bu fikirleri paylaşıyorlardı.
Bize karşı 30 yıllık işgalci politika sadece Ermenistan ürünü değil, onunla dayanışma içinde olan İslamofob, Azerbaycanofob, ırkçı, xenofob çevrelerin, yabancı ülkelerin temsilcilerinin ortak ürünüdür. Böyle bir faşist devletle komşuyuz ve faşizm tehlikesi geçmiyor. Bu yüzden faşizm yok edilmelidir. Bunu ya Ermenistan yönetimi yok edecek ya da biz yok edeceğiz. Başka çaremiz yok.
Yine de 30 yıllık işgal, halkımızın acıları, Hocalı soykırımı, yıkılmış, harap edilmiş Karabağ - bütün bunlar gözümüzün önünde ve kim garanti verebilir ki bu tekrarlanmayacak, hiç kimse! Çünkü Ermenistan'ın ilk üç lideri faşist ideolojisinin taşıyıcılarıdır. Ermenistan'ın şimdiki lideri, söylediğim gibi, şimdi kendini barış güvercini gibi göstermek istiyor. Ama bakın 2018-2019 yıllarındaki konuşmalarına, onları şimdi kimse hatırlatmak istemiyor. Hatta Fransa'daki dostları bile ondan vazgeçmek istemiyor. Yani bu ideoloji orada yaşıyor ve bunun taşıyıcıları sadece bugünkü Ermenistan muhalefeti değil, Ermenistan iktidarıdır.
Bir kez daha söylemek istiyorum ki, biz sadece izleyici olarak buna seyirci kalamayız. Ermenistan silahlanmayı derhal durdurmalıdır. Ona silah veren Fransa ve diğer ülkeler o kontratları sonlandırmalı, iptal etmelidir. Artık Ermenistan'a gönderilen silahlar geri dönmelidir. Bu bizim şartımızdır. Şimdi kim bunu nasıl istiyorsa öyle kabul etsin. Ben sözümü söylüyorum, onlar da biliyor, onların arkasında duranlar da biliyor ki, eğer biz bir şey söylüyorsak, demek ki artık bu meseleye çok ciddi yaklaşıyoruz.
Barış anlaşmasıyla ilgili tüm şartlarımızın kabul edileceğini umuyorum. Çünkü bu şartlarda herhangi olağanüstü bir durum yok. Minsk Grubu'nun lağvedilmesi, Anayasanın değiştirilmesi - bunlar olmadan barış anlaşması mümkün değil. Eğer Ermenistan barış anlaşması istemiyorsa, bize de gerek yok. Bu imzalanmadan da yaşayabilir ve kendi politikamızı sürdürebiliriz. Yani, ben yine Ermenistan tarafına her şeyi iyi ölçüp biçmesini tavsiye ederdim, dünyadaki jeopolitik değişiklikler de dahil. Onların yakın dostları siyasi sahneden rezil bir şekilde siliniyorlar. Bakın, dün haber geldi ki, Ermenistan'ın ve Paşinyan'ın yakın dostu Bay Trudeau da görevden ayrılmak zorunda kaldı. İkinci Karabağ Savaşı sırasında ve sonrasında katı anti-Azerbaycan tutumu olan bu ülke, Fransa'dan çok da uzağa gitmiyor. Fransa'ya gelince, şimdi orada siyasi sahnede neler oluyor? Herkes görüyor. Dün Fransa Cumhurbaşkanı Azerbaycan'a karşı yine saçma suçlamalarda bulundu. Görünüyor ki, Bay Macron Azerbaycan'sız yaşayamıyor. Onda böyle bir mani oluşmuş ve tüm suçları bizim üzerimize atmak istiyor. Ben düşünüyorum ki, eğer biz o kadar güçlendiysek ki Fransa'nın iç işlerine karışabilir ve bir şeyleri değiştirebiliriz, biz bununla sadece gurur duyabiliriz. Aslında, bu açıklama kendi acizliğinin itirafıdır. Kendilerini büyük devlet olarak adlandıran bir başkan, meğerse uzakta - Kafkasya bölgesinde bulunan, 10 milyon nüfuslu bir ülkenin eylemlerinden rahatsız oluyor. Oysa bizim bu Fransa'nın iç işleriyle ilgili hiçbir işimiz yok. Sadece anormal yaklaşım, uygunsuz siyaset buna yol açtı. Yani, Ermenistan bunu çok ciddi ölçüp biçmeli. Amerika'da da Soros dönemi sona erdi. Biden yönetimi, aslında, Soros yönetim şekliyle yönetiliyordu. Tesadüf değil ki, Biden'ın son kararlarından biri Soros'u Amerika'nın en yüksek madalyasıyla ödüllendirmesiydi. Yani, bu Sorosçular fiilen pozisyonlarını kaybediyorlar. Ermenistan yönetimi bunu da dikkate alsın. Dikkate alsın ki, Orta Doğu'da onların yakın müttefiki Esad diktatörlüğü artık tarihin çöplüğüne gönderildi ve bu devam edecek, bu yüzden doğru adım atsın. Biz Azerbaycan olarak onlar için tehdit kaynağı değiliz. Biz istiyoruz ki, Güney Kafkasya'da barış olsun, işbirliği olsun, onlar bize engel olmasınlar. Onlar Türkiye ile Azerbaycan arasında coğrafi engel olarak faaliyet göstermesinler. Zengezur Koridoru açılmalıdır ve açılacaktır. Onlar bunu ne kadar erken anlasalar, o kadar iyi. Biz böyle bir durumda kalamayız. Biz Azerbaycan'ın ayrılmaz parçası olan Nahçıvan'a neden farklı, başka yollardan gitmeliyiz? Bizim doğrudan bağlantımız olmalı ve bu bağlantı Ermenistan'ın egemenliğini şüphe altına almıyor. Sadece onlar 10 Kasım Bildirisi'nin maddelerini yerine getirmelidirler. Orada her şey açıkça gösterildi. Biz dört yıldan fazladır sabır gösteriyoruz. Dört yıldan fazladır istiyoruz ki, bu, müzakereler yoluyla çözülsün. Biz ne kadar beklemek zorunda kalacağız ve neden beklemeliyiz? Yani, onlar tüm bunları dikkate almalılar. Ben bir kere söyledim, onlar bizi sinirlendirmemeli ve anlamalılar ki, burada söz sahibi biziz ve Güney Kafkasya'da Azerbaycan önde gelen ekonomi, önde gelen askeri güç ve önde gelen devlettir. Bugünün dünyasında güç faktörü ön plandadır ve bunu kimse unutmasın.
Vüsal Metleb: Sayın Cumhurbaşkanı, az önce söylediklerinizin devamı olarak sormak istiyorum. Ermenistan'ın silahlanma yarışı ve bazı ülkeler tarafından, bazı güçler tarafından Ermenistan'ın ısrarla silahlandırılması doğal olarak bölgenin güvenliği için ciddi tehdit oluşturuyor. Ancak bizi ilgilendiren, endişelendiren başka bir konu daha var. Bizim Büyük Dönüş ve yeniden yapılanma meselesi. Bu süreç bizim büyük dönüşümüze engel olmayacak mı, gecikmeyecek miyiz?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Elbette, belirli ölçüde engel oluyor. Çünkü büyük bütçe askeri ve güvenlik konularına ayrılıyor. Eğer Ermenistan'ın silahlanma politikası olmasaydı, söyleyebilirim ki, 8,4 değil, belki de askeri ve güvenlik konuları için 4 milyar manat yeterli olurdu, eğer yine potansiyel tehlikeyle karşı karşıya kalmasaydık. Bu yüzden elbette ki, bu bütçenin bir kısmı Karabağ'ın restorasyonuna, bir kısmı diğer bölgelerin gelişimine, bir kısmı sosyal programlara gidecekti. Fakat buna rağmen, Karabağ ve Doğu Zengezur'un restorasyonu bizim için askeri meselelerle birlikte en önemli önceliklerden biridir. Bu yıl en az 4 milyar manat ayrılacak. Ancak düşünüyorum ki, biz daha fazla kaynak seferber edebiliriz. Üç yıl içinde 10 yerleşim yerine eski göçmenleri geri döndürebildik ve artık basında da bu yer aldı. On binden fazla göçmen artık evlerle temin edildi ve orada yaşıyor. Toplamda 30 bin civarında insan orada yaşıyor, çeşitli görevlerde çalışıyorlar, inşaatta, devlet işlerinde ve diğer alanlarda.
Bu yılki planlarımızda yaklaşık 20 yerleşim yerine eski göçmenleri geri döndürmek var. Bu şehir ve köylerin isimleri seçildi ve projeler yürütülüyor. Birçok köy ve şehirde şu anda inşaat çalışmaları devam ediyor ve bu yılın sonuna kadar yaklaşık 30 yerleşim yerinde eski göçmenler yerleşecek. Ana altyapı projelerini muhtemelen bir-iki yıl içinde tamamlayacağız. En çok kaynak bu projelere gidiyor. Çünkü 60 kilometreden fazla tünel, köprü, elektrik santrali, su rezervuarı inşa ediliyor. Biz orada 30'dan fazla hidroelektrik santralini çalıştırdık, demiryolları döşedik. Yani, tüm bunlar ana mali yükü oluşturuyor. Yaklaşık 2-3 yıl sonra ana altyapı projeleri tamamlanacak ve ondan sonra konut fonunun oluşturulmasına yönlendirilecek miktar daha büyük olacak. Ancak yine de dünya tarihine bakarsak, işgal ve yıkımdan zarar görmüş hiçbir ülke kendi topraklarını bu hızla ve bu kalitede restore etmemiştir. Yani, burada hem profesyonellik hem de çok ciddi bir yaklaşım gösteriyoruz. Burada sadece mali kaynaklardan bahsetmiyoruz, yani kaynaklar olabilir ama insan potansiyeline sahip olmanız gerekir. Yani, son yıllarda personel eğitimine de büyük yatırımlar yaptık, teknik imkanlarımız da geniş. Orada yapılan işlerin büyük kısmı Azerbaycan şirketleri tarafından yapılıyor. İkinci sırada Türk şirketleri var. Onlar daha çok tünel, köprü, demiryolu projelerinde yer alıyorlar. Yani, bizde çok ciddi teknik potansiyel var, insan kaynağı var, mali kaynaklarımız var ve güçlü düşünülmüş bir politika var. Şunu da belirtmeliyim ki, tüm yerleşim yerlerinin projelendirilmesi ve ortaya çıkması en yüksek standartlara uygun. Şimdi gidin, herhangi bir yerleşim yerine bakın, ne kadar rahat evler, ister daire olsun ister müstakil ev olsun, tüm altyapı, iş yerleri. Artık iki sanayi parkı faaliyet gösteriyor. Düşünün, Ağdam şehrinde kurulan sanayi parkının ürünleri şimdi yurt dışına ihraç ediliyor. Şehir yıkılmış ama burada sanayi tesisleri artık faaliyet gösteriyor ve yurt dışına ürün ihraç ediyor.
Savaşın biter bitmez Karabağ'ı cennete çevireceğimizi söyledim. Aslında burası doğal yapısı ve güzelliği ile zaten bir cennet. Ancak modern altyapı, yerleşim yerleri, iş yerleri ve konfor ile burası gerçekten dünyanın en güzel yerlerinden biri olacak. Burası çok geniş bir coğrafya. Hem Karabağ, hem Doğu Zengezur ve aynı zamanda ona çok da uzak olmayan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ekonomik, sosyal, yeşil enerji ve güvenlik açısından tek bir büyük alana dönüşmeli, her ne kadar bu bizim bölünmemize göre üç bölge olsa da. Ancak aynı zamanda, tarihsel olarak birbirine bağlı olan bu bölgeler şu anda tek bir konsept temelinde gelişiyor. Örneğin, bu yıl Nahçıvan ve Ordubad şehirlerinin ana planlarının hazırlanmasına da başlıyoruz. Sonraki yıllarda Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin diğer şehirlerinin ana planlarının hazırlanmasına başlayacağız. Karabağ ve Doğu Zengezur'daki tüm yerleşim yerleri tek bir ana plan temelinde kuruluyor. Bu bir örnek olacak. Sonra bunu ülkemizin diğer bölgelerine de uygulayacağız. Yani orada hem yönetim, hem altyapı, hem de yeşil enerji projeleri tüm ülkeyi kapsayacak. İşte planlarımız bundan ibaret. Genel rakamları vermekle yetiniyorum. Ancak düşünüyorum ki, Azerbaycan televizyonları ve diğer basın organları oradaki süreçleri yeterince aydınlatıyorlar. Elbette, daha fazla aydınlatmalarını isterdim. Çünkü orada her gün bir şey değişiyor, her gün bir şey inşa ediliyor, her hafta eski göçmenler oraya dönüyor. Bu yüzden basınımız o bölgedeki süreçlerle ne kadar çok ilgilenir ve bunu aydınlatırsa, o kadar iyi olacak.
Senan Rzayev: Sayın Başkan, Fransa ile ilgili söylediklerinizin ve meslektaşlarımın gündeme getirdiği konunun kısmen devamı olarak sormak istiyorum. Orada gerçekten biraz garip, şaşırtıcı bir durum oluşuyor. Yine sizin belirttiğiniz Fransa Cumhurbaşkanı'nın o konuşmasıyla ilgili, kısaca söylemek gerekirse, öyle görünüyor ki Fransa'nın tüm sorunları gerçekten de Azerbaycan'la ilgili. Bu şaşırtıcı. Bu nedenle birkaç soru sormak istiyorum. Birincisi, Cumhurbaşkanı olarak, bu yıl Azerbaycan-Fransa ilişkilerinde yaşananları göz önünde bulundurarak durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, bu ilişkilerin kötüleşmesinde belirli bir noktaya ulaştık mı yoksa her şey daha önümüzde mi? Bu bir ilginç konu. İkinci ise sadece bunu biraz daha geniş açıklamanızı istiyorum. Fransa Cumhurbaşkanının tepkilerinden bahsettiniz. Garip gelse de, belki siz bu konuda kişisel bir faktör, Fransa Cumhurbaşkanının Azerbaycan'a karşı kişisel reflekslerini görüyorsunuz? Çünkü bazen Fransa'nın bu durumdan çıkarının ne olduğu çok net değil. Son soru. Azerbaycan-Fransa ilişkilerinin tarihi eskidir, inişler ve çıkışlarla devam etmiştir. Azerbaycan'ın bir anlamda Fransa'nın iç siyasi gündemi olduğunu, yani Fransız siyasetçisinin tam olarak Azerbaycan hakkında konuştuğu fikriyle hemfikir misiniz?
-Maalesef bu böyledir. Son sorudan başlayayım. Eğer Fransız siyasi sahnesinde bir konsensüs varsa, bu konsensüs sadece Azerbaycan karşıtlığı temelinde oluşuyor. Ne yazık ki, sadece mevcut iktidar değil, iktidara aday olanlar da birbirinden çok farklı değil. Rus barış güçlerinin bulunduğu dönemde Karabağ'a yapılan yasadışı ziyaretleri hatırlamak yeterli. Sonuçta onlar Fransa'nın mevcut cumhurbaşkanının rakipleriydi, Paris Belediye Başkanı da, bu arada o seçimlerde adaylığını koymuştu. Paris'in bağlı olduğu bölgenin valisi de seçimlerde Başkan Macron'un rakibiydi ve yakın zamanda kısa bir süre Başbakanlık görevini yürüten Bay Barnier de bu konuda öne çıkıyor. Yani kendilerini göstermeleri gerekiyordu. Burada meselenin özünün, nasıl desem, neden ibaret olduğunu söylemek benim için zor, ama muhtemelen bir sentez var. İslamofobi ve prensip olarak zenofobi Fransız siyasi sınıfının ayırt edici özellikleridir. Ama sadece bunlar değil, bu arada antisemitizm de. Bu herkes tarafından iyi biliniyor. Üstelik, Ermeni etkisi, Ermeni lobisi ve herkes Ermeni toplulukları önünde öne çıkmaya ve hem şimdi hem de gelecekte bazı kazanımlar elde etmeye çalışıyor, iktidarda kısa süre kalacaklarını anlıyorlar, bazılarında ise bu anlık bir karakter taşıyor. Yani, gelecek için destek almak ve "ben sizdenim" demek muhtemelen bu faktörlerden biridir.
Birçokları ve bence yönetici sınıfın liderleri 2020'deki Zaferimizi kendi yenilgileri olarak kabul ettiler. Gerçi böyle düşünmek için hiçbir sebep yoktu. Ama nedense, sizin de dediğiniz gibi, bunu tam olarak kişisel planda kabul ediyorlardı. Bunu Fransız temsilcileriyle olan kişisel iletişim tecrübeme dayanarak söylüyorum. Oysa ben her zaman onlara bunun sizinle hiçbir ilgisi olmadığını açıklamaya çalışıyordum. Biz prensip olarak size karşı değiliz ve hiçbir şey yapmadık. Siz üzerimize geldiniz. 44 günlük savaş sırasında hatırlamıyorum kaç kez - altı veya yedi kez özgürlük mücadelemizi durdurmak girişimleriyle ilgili Fransa Cumhurbaşkanından bana telefon geliyordu. Sonra tehdit girişimleri, "Dağlık Karabağ"ı tanımayla ilgili tehditler. İlişkilerimizin artık en düşük seviyeye düştüğü şu anda bunu söyleyebilirim, ama ben cevap verdim ki, 2020'nin Kasım'ından sonra sözde "Dağlık Karabağ"ı tanıyan herhangi bir ülke bizden diplomatik ilişkilerin kesilmesine dair nota alacak. Benim cevabım tam olarak buydu. Sözde "Dağlık Karabağ"ın tanınması konusu hemen gündemden çıktı. Onlar, nasıl denirse, başka yoldan gittiler, senato, parlamento üzerinden tanıdılar, sonra uzun süre kendilerini haklı çıkarmaya çalıştılar ki, hükümetin bununla hiçbir ilgisi yok. Genel olarak, nasıl denirse, eski bir hikaye. Bu yüzden ikinci - kişisel faktör olabilir, gerçi benim siyasette hiç sempati veya antipatim olmadı. Ben düşündüklerimi her zaman kendime sakladım ve hiç olumsuz tutumumu bunu hak edenlere göstermek istemedim. Bence, burada bir diğer faktör Fransız liderliğinin siyasi açıdan yetersiz olmasıdır. Bana Bay Macron'dan önce Fransa'nın üç cumhurbaşkanıyla çalışmak ve iletişimde bulunmak nasip oldu ve ülkelerimiz arasındaki ilişkiler her zaman çok başarılı bir şekilde gelişti. Eğer Avrupa Birliği üye ülkelerini ele alırsak, muhtemelen o dönemde - şimdiki yönetime kadar en aktif ilişkiler oldu, hem siyasi, hem karşılıklı ziyaretler, hem ekonomik, hem de kültürel alanlarda. Bizim Fransa'nın 13 şehriyle kardeş şehir ilişkilerimiz oldu. Çok sayıda kültürel etkinlik düzenledik.
Siyasi deneyimsizlikten bahsettiğimde, özgeçmişlere bakmak gerekir. Cumhurbaşkanı Chirac'ın özgeçmişine, onun devlet işlerindeki, hükümetteki, partideki deneyimine, Paris gibi bir şehre başkanlık ettiği yıllara bakmak gerekir. Devlet kurumlarında büyük yol kat eden, ana bakanlardan biri - bizim ölçütlerimizle karşılaştırıldığında Fransa'da daha geniş yetkileri olan içişleri bakanlığı görevine yükselen Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin iş deneyimi. Ya da partiye liderlik ederek, tüm yolu geçen, cumhurbaşkanı adayı ve cumhurbaşkanı olmayı başaran Cumhurbaşkanı Hollande. Aynı zamanda, şimdiki cumhurbaşkanının özgeçmişine de bakılabilir, daha fazla derine inmek istemiyorum. Bu yüzden bence, kendi rolünü gereğinden fazla değerlendirmek ve ülkeyi tamamen kendisiyle özdeşleştirmek yaşanmamalıdır. Ülke başka bir şeydir, cumhurbaşkanı ise başkadır. Eğer herhangi bir ülke gerçekten büyükse, cumhurbaşkanı da ona benzemelidir. Eğer ülke geri kalmışsa, cumhurbaşkanı ise sanki ilerici ise, o, ülkeyi de o seviyeye çıkarmalıdır. Bu yüzden bence, bütün bu faktörler mevcuttur. Ama bir daha söylüyorum, eğer kişilik faktörü varsa, o zaman bu kesinlikle Azerbaycan tarafından başlatılmamıştır.
En düşük seviyeden bile iniş mümkün mü? Bunu söylemek zor. Prensipte hiç konuşmadığımız bir konuyu da iletmek istiyorum, bence bu herhangi bir şekilde krizden çıkmaya yardımcı olacak. Son birkaç ay içinde Fransa hükümeti temsilcilerinden temaslar kurulması için sinyaller alıyorduk, hafızamda bunların sayısı üç veya dört. Farklı kişilerden bizim farklı temsilcilerimize başvurular geldi ve her zaman cevap verildi: "Biz hazırız". Evet, biz bugün bile hazırız, ama hiçbir yere gitmeyeceğiz, ne Paris'e, ne de Brüksel'e. Bizimle görüşmek gerekiyorsa, burada, Bakü'de mümkündür. Her seferinde bir aşama oluyor, sonra yeniden boşluk, sessizlik oluşuyor.
Yakın zamanda böyle bir yeni, sözlü diplomatik mesaj geldi: yine konuşmak ve müzakere yapmakla ilgili. Yine hazırız, onlarla paylaşamayacağımız hiçbir şey yok, onlara karşı, nasıl denirse, bu ülkeye karşı hiçbir iddiamız yok. Önemli olan bize dokunmasınlar, işlerimize karışmasınlar, Güney Kafkasya ile ilgili meselelere müdahale etmesinler. Bu, artık bizim net olarak dile getirdiğimiz bir taleptir. Çünkü mevcut Fransız yönetiminin müdahale ettiği her yerde, birincisi, rezil bir şekilde başarısızlık oluyor, ikincisi, sadece entrika getiriyorlar. Sadece entrika. Afrika'dan bahsetmenin anlamı yok, nasıl denirse, her şey ortada. Güney Kafkasya'da da durum aynı. Azerbaycan'da uzun vadeli kontratları olan bazı şirketler hariç, onların katılımı neredeyse sıfıra indirildi. Biz her zaman kendi yükümlülüklerimize saygıyla yaklaşırız, bu yüzden siyasi sorunları şirketlerin faaliyetlerine hiçbir zaman yansıtmadık. Burada çalışan Fransız şirketleri suçlu değil ki, onların böyle bir yönetimi var. Gürcistan'da da istikrarı bozmak için aynı girişimler yapıldı, herkes için açık ve sır değil ki, bu hareketler o kadar diplomatik olmayan ve açıktı ki, bunlar böyle diplomatik gelenekleri olan ülke için şaşırtıcı. Ermenistan üzerinde tam kontrol de bir gerçek. Ama bu başarılı olmayacak. Her halükarda, yine de genelde yaptığımdan biraz daha fazla konuyu açtım, ama sorunuza cevap vermek açısından ve ilişkilerin daha düşük seviyeye düşmesiyle ilgili düşünüyorum ki, bu yeni bilgi herkes için faydalı olacak.
Senan Rzayev: Sağ olun.
Nigar Sabirqızı: Sayın Başkan, bir sonraki sorum İran ile ilişkiler hakkında olacak. Bu konuyla ilgili görüşlerinizin herkes için ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda - son birkaç yılda İran-Azerbaycan ilişkileri inişli çıkışlı bir dönemden geçiyor. Bazen bu ülkede Azerbaycan'a karşı anlaşılmaz davranışlar sergileniyor ve bu da iki ülke arasında belirli gerginliklere neden oluyor. Birkaç gün önce Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı yine böyle bir davranışla ilgili İran tarafına itirazını bildirdi. Mevcut Azerbaycan-İran ilişkilerini nasıl değerlendirdiğinizi ve İran'ın şimdiki yönetiminden bundan sonra nasıl bir siyaset beklediğinizi öğrenmek istiyorum?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Bu konuda konuşmak biraz erken. Çünkü mevcut İran yönetimiyle ciddi temaslarımız olmadı. Hükümet üyeleri arasında bazı temaslar oldu. Bunlar daha çok ekonomik ve ulaşım konularıyla ilgiliydi. Bu konular prensipte bizim siyasi gündemden ayrı ve biz bunları hiçbir zaman karıştırmadık.
Önceki yönetimle ilişkilerimizin kötüleşmesi yine bizim hatamız yüzünden olmadı. Sadece bazı noktaları hatırlatmak istiyorum. İkinci Karabağ Savaşı bittikten sonra, Laçın yolunda görsel gözlem elde ettiğimizde, İran'dan gelen yakıt taşıyan kamyonların düzenli olarak Karabağ'a Ermenistan'dan seferler yaptığını görmeye başladık. Yardımcıma talimat verdim ve o, İran'ın Azerbaycan'daki o zamanki büyükelçisiyle telefonda konuşup, bunu durdurmalarını istedi. Biz bunu kamuoyuna açıklamak istemiyoruz, rica ediyoruz, bunu durdurun. Bu iyi değil, biz bunu görüyoruz, burası bizim toprağımız. Siz burada yasadışı işlerle uğraşıyorsunuz. Maalesef bundan sonra bu durmadı ve daha da arttı. Sonrasında ikinci adım olarak İran Büyükelçisi'ni Dışişleri Bakanlığı'na davet ettik ve kendisine protesto notası verildi ve bunu kamuoyuna açıkladık.
Ondan sonra hem gülünç hem de üzücü olaylar yaşandı. Sahte Ermeni plakalarını İran yakıt taşıyıcı kamyonlarının üzerine yapıştırarak sanki bunlar Ermenistan araçlarıymış gibi gösterdiler. Ama üzerlerinde Farsça yazılar da vardı. Bu bizi çok şaşırttı. Üstelik araştırmaya başladık. Gördük ki, aynı plaka birkaç araca yapıştırılıyor, yani plaka aynı, araçlar farklıydı. Yani bu sahtekarlığı da o kadar özensiz yapmışlardı ki, insan vallahi söz bulamıyor. Sonrasında biz artık bir aracı durdurduk, sürücüler yakalandı ve gördük ki, onların yol belgelerinde Khankendi, Ermenistan yazıyor. Yani bu açıkça bizim toprak bütünlüğümüze, egemenliğimize saygısızlıktı.
Daha sonra bize karşı o malum tehdit adımları, tatbikatlar, beyanatlar, tehditler başladı. Biz de karşılık olarak adımlar attık. Sınırımızda herhangi bir tatbikat, askeri tatbikat yapılıyorsa, biz de Azerbaycan-İran sınırının bu tarafında aynısını yaptık. Yani gösterdik ki, biz kimseden korkmuyoruz ve haklı olan taraf biziz. Bu, aynı zamanda, basında o hakaret kampanyası ile devam ediyordu. Çünkü bu, görünüşe göre, bazı yönetici çevrelerin iş yapma tarzıdır. Aslında, hakaret güçsüzlüğün sembolüdür. Sen eğer bir şeye ulaşamıyorsan, - yani, ben edepsiz olan insanları kastediyorum, - hakarete başvuruyorlar. Yani, hakaret eden, aslında, kendini hakaret ediyor.
Daha sonra İran tarafından meselenin düzenlenmesi ve benzeri haberler geldi. Ardından büyükelçiliğimize karşı terör saldırısı düzenlendi ve bu, organize edilmiş bir terör saldırısıydı. Bunu söylemeye dayanak olan birçok faktör vardı. Birincisi, yaklaşık 40 dakika boyunca bir tane bile polis arabası oraya yaklaşmadı. Halbuki bu, başkentin merkezindeydi. Terörü gerçekleştiren kişi sonra hemen, ertesi gün akıl hastası ilan edildi. Halbuki herhangi bir tıbbi ekspertiz birkaç gün sürüyor. Bu kişi terörü gerçekleştirdiği gün basına çıkıp röportaj veriyor. O olaydan iki yıl geçiyor. Bugüne kadar o insan ona verilen cezaya maruz kalmadı. Bütün bunlar gösteriyor ki, bu, organize edildi. Bu, bir zayıflık gösterisiydi ve Azerbaycan tarafı da karşılık olarak adımlar attı. Biliyorsunuz ki, biz büyükelçiliğin tüm çalışanlarını geri çağırdık ve bize resmi olarak söz verilene kadar, - İran'ın merhum Dışişleri Bakanı, helikopter kazasında hayatını kaybeden Sayın Abdullahiyan gelip bana söz verdi ki, o adam idam cezasına çarptırılacak, - ondan sonra biz büyükelçilik çalışanlarını geri gönderdik. Ama bizi yine de aldattılar. Çünkü bu idam cezası hem uygulanmadı, hem de dava mahkemeden yine soruşturmaya gönderildi. Yani, bu, devlet seviyesinde yapılan anlaşılmaz bir hareketti ve biz taleplerimizde ısrarlıyız. Biz biliyoruz ki, İran'da daha az ağır olan suçlara idam cezası veriliyor ve hemen uygulanıyor. Ama burada iki yıl, bu, sadece uygulanmadı, hatta dava yine soruşturmaya gönderildi.
Bak, bu, meselenin bir yönüdür. Şu anda yeni hükümetle ilgili ilişkileri analiz etmek zor. Çünkü benim şahsen yeni Cumhurbaşkanı ile görüşmem olmadı. Eğer olursa ve ne zaman olursa, o zaman bu konuda konuşabilirim.
Eyalet mollasının bize karşı nefret tutumuna gelince, bu ilk kez olmuyor. Erdebil şehrinin o mollası defalarca Azerbaycan'a, Azerbaycan halkına karşı hakaret içeren ifadeler kullandı, bana karşı da dahil. Buradaki soru, onu o göreve atayan kişinin buna nasıl yaklaştığıdır. Sonuçta o kendi başına gelip oraya oturmadı. Onu kimin atadığını çok iyi biliyoruz. Onun tepkisi nedir, bunu destekliyor mu yoksa desteklemiyor mu ve Azerbaycan'dan kim özür dileyecek? Özür dileyecekler mi, dilemeyecekler mi?
İran Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasındaki üzüntü ifadesi yeterli değil. Burada açık hakaret var: hem Türkiye hem Azerbaycan cumhurbaşkanlarına, hem halklarımıza ve resmi bir etkinlikte canlı yayın sırasında ve sadece üzüntü mü?! Bu elbette kabul edilemez. Bu yüzden biz düşünüyoruz ki o eyalet mollası cezalandırılmalı. En azından görevinden alınmalı ve Azerbaycan'dan özür dilemeli. İşte mesele bu.
Nigar Sabirgızı: Çok teşekkürler.
Gay Şou: Sayın Cumhurbaşkanı, Azerbaycan İtalya, Yunanistan, Macaristan ve Türkiye gibi birçok Avrupa ülkesine gaz tedarikini artırdı. Gelecekte Avrupa için enerji kaynaklarının sağlanmasında Azerbaycan'ın yardımı ile ilgili düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Evet, gaz ihracatımız artıyor ve şu anda, biz çeşitli altyapı projelerinden, özellikle Güney Gaz Koridoru ve onun genişletilmesinden yararlanarak, gaz tedarikinin coğrafyasını genişletiyoruz. Son zamanlarda Avrupa'da devreye alınan yeni enterkonektörler sayesinde farklı pazarlara erişimimiz mümkün.
Bildiğiniz gibi, 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı sonucunda Avrupa'ya Rusya'nın gaz tedarikinin bozulması sırasında, Avrupa Komisyonu yardım için Azerbaycan'a başvurdu. O zaman Avrupa Komisyonu Başkanı buraya, Bakü'ye geldi. Bu salonun dışında bir Bildiri imzaladık. Anlaştık ve size yardım etmeye ve Avrupa'ya gaz tedarikimizi iki katına çıkarmaya hazır olduğumuzu söyledik. O zaman, Avrupa yönünde gaz tedarikimiz yedi milyar metreküptü.
Böylece, bunun üzerinde çalışmaya başladık. Yatırım yapmaya ve çeşitli bağlantılar aracılığıyla gazımızı taşıma olanaklarını araştırmaya başladık. O zamandan beri gazımızı alan Avrupa ülkelerinin sayısı arttı. Şu anda sayıları 10'a ulaştı. Toplamda 12 ülke var. Bunlardan 10'u Avrupa ülkesi ve bu on ülkeden sekizi Avrupa Birliği üyesidir. Kısacası, coğrafyayı genişlettik, gaz hacmini artırdık. Avrupa Birliği üyesi olan birçok ülke şu anda iç gaz tüketiminin yaklaşık yarısını Azerbaycan gazı ile karşılıyor. Bu, gerçekten de Avrupa'daki ortaklarımıza gösterdiğimiz ciddi bir destektir. Dolayısıyla, gelecek planlarımız coğrafyayı genişletmektir. Şu anda gazımızı alan ülkelere yakın olan bazı diğer Avrupa ülkeleriyle görüşmeler yapıyoruz. Düşünüyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu mümkün olacak.
Bununla birlikte, 2022'den bugüne kadar çok köklü değişiklikler oldu, çünkü o zamanlar gaz ihracatımız sadece Gürcistan, Türkiye, Yunanistan ve İtalya'yı kapsıyordu. Sadece bunları. Sonra Bulgaristan, Macaristan, Romanya, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Slovakya ve Hırvatistan'ı ekledik. Tüm bunlar oldukça kısa sürede gerçekleşti. Kısacası, kaynaklarımız var, çünkü onların kanıtlanmış hacmi artmakta. Birkaç yıl önce hacmi 2.6 trilyon metreküptü. Fakat şimdi, yeni keşfedilen ve gelecekte öngörülen rezervlerle bu seviye daha da artacak. Umuyoruz ki, bu yıl ACG'de "Derin Gaz" projesinden ilk gazı alacağız ve bu, toplam gaz üretimine önemli bir katkı olacak. Bununla birlikte, "Şahdeniz"in hala ana gaz tedarikçisi saha olarak kalacağını göz önünde bulundurarak, "Abşeron"da gaz üretimini 1.5'ten 5 milyar metreküpe kadar artırmak amacıyla ortaklarla çalışmayı planlıyoruz.
Bununla birlikte, "Karabağ", "Babek", "Asiman" ve diğer sahalar gibi çok umut verici projeler var. Bu, potansiyelimizi artıracak. Şu anda ana mesele yeni yönlere açılmaktır. Bu amaçla mevcut bağlantıları genişletmek ve belki yenilerini inşa etmek için Avrupa'da ek yatırımlar yapılmalıdır. Şu anda bile, 12 ülkeye boru hattı ile gaz tedarik ederek, Azerbaycan'ın dünyada bu kadar geniş bir coğrafyaya sahip önde gelen ülkelerden biri olduğunu düşünüyorum. Bence, tedarik coğrafyası açısından ülkemiz Avrupa'da da önde gelen ülkelerden biridir, çünkü bu gösterge gazın hacmi kadar önemlidir ve bazı ülkeler için 1 milyar metreküp bile büyük fark yaratır. Böylece, yükümlülüklerimize büyük bir sorumluluk duygusuyla yaklaşıyoruz. Ancak, elbette bu soruyu yanıtlarken bir konuyu da belirtmeden geçemem. Büyük yatırımlar yapıyoruz ve Avrupa'nın gaz sıkıntısı konusunda yardımcı olmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda, öyle bir durumla karşılaşıyoruz ki Avrupa bankaları geleneksel yakıt projelerini artık finanse etmediklerini beyan ediyorlar. Yani bir yandan, Avrupa bizden ek tedarik talep ediyor, diğer yandan bizi bu fonlardan mahrum bırakıyor. Örneğin, Avrupa Yatırım Bankası fosil yakıt projelerinin finansmanını tamamen durdurdu. Bildiğim kadarıyla, EBRD'nin hala çok küçük bir payı var. Böylece, eğer bu şekilde devam ederse, o zaman yatırım yapmak için kaynak olmayacak, çünkü bu işte yatırım için kurumsal finansmanın yaklaşık yüzde 30'u kullanılıyor. Paranın geri kalanı kredi olarak alınıyor. Para kaynaklarının tarafımızdan kredi olarak alınması veya Avrupalılar arasında bağlantıların kurulması gibi konular çözülmelidir. İkinci mesele ise, hatta diyebilirim ki, diğer konu tedarik takvimi, çünkü yeşil geçişle Avrupa Birliği'nde fosil yakıtların payı azalacak. O zaman ne olacak? Kısacası, birçok konu açık kalıyor ve biz Avrupa yetkilileriyle düzenli istişareler yaparak bunlarla ilgileniyoruz. Ancak eğer Avrupa Birliği bizden daha fazla gaz istiyorsa, o zaman onlar da kendi ev ödevlerini yapmalılar. Biz kendi görevimizi, onlar da kendi çalışmalarını yerine getirmeliler.
Nigar Sabirqızı: Sayın Başkan, Orta Doğu'da yaşananlarla ilgili görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz. 2024 yılı Gazze'de, Lübnan'da savaşlarla hatırlandı, İran-İsrail gerginliği yaşandı, Suriye'de Beşar Esad rejimi devrildi ve şu anda Orta Doğu'da bir Türkiye faktörü var. Bu açıdan, bölgede yaşanan olaylarla ilgili görüşlerinizi öğrenmek isteriz.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Evet, Suriye'deki değişikliklerden çok memnunuz ve Türkiye ile Suriye'nin yeni hükümeti arasındaki mevcut ilişkiler bizi de çok sevindiriyor. Çünkü Suriye, Türkiye ile sınır komşusudur ve her ülke kendi sınırlarının ötesinde istikrar görmek ister. Terörden, PKK teröründen muzdarip olan Türkiye haklı olarak sınırlarının ötesinde terörün ortadan kaldırılmasını talep ediyor ve sadece talep etmekle kalmıyor, bunu başarıyor da. Bu konudaki görüşümü zaten belirttim. Türkiye'nin Suriye'nin gelişimindeki rolü elbette çok önemlidir ve Esad rejiminin çöküşünden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı arayarak hem bu vesileyle birbirimizi tebrik ettik, hem de Türkiye'nin yanında olmaya hazır olduğumuzu bildirdim ve bunu yapmaya da başladık. Türkiye'nin desteğiyle ilk yardım konvoyu da yola çıktı. Çünkü Türkiye'nin desteği ve lojistik desteği olmasaydı bu mümkün olamazdı. Aynı zamanda, Dışişleri Bakanlığımız heyetinin oraya gönderilmesi de Türkiye'nin desteğiyle oldu. Yani, burada katkımızı vermek istiyoruz ki, Türkiye'nin hiç olmazsa bu sınırında teröre son verilsin ve düşünüyorum ki, bu çok ciddi bir jeopolitik değişiklik olacak, büyük coğrafyada barışın, istikrarın, işbirliğinin tesis edilmesine yol açacak. Doğal olarak, Türkiye'nin tüm diğer sınırlarında da terörizme yer olmamalıdır. Biz de Türkiye'nin müttefiki olarak her zaman her şekilde onların yanındayız ve bunu Türkiye tarafı biliyor. Nasıl ki Türkiye her konuda, her şekilde bizim yanımızdaysa, biz de onun yanındayız. Müttefiklik Beyannamemiz her gün yeni unsurlarla zenginleşiyor ve D-8 ile ilgili az önce sorduğunuz soruya dönersek, bizi en çok destekleyen yine Türkiye oldu ve ilk tebrik eden de Türkiye oldu. Bu yüzden Türkiye'nin çıkarında ne varsa, bizim de çıkarımızda odur. Güvenliğimiz de birdir, çıkarlarımız da birdir, geleceğimiz de birdir ve hem Orta Doğu'da hem de Avrupa'da - bu konuya biraz değindik - tamamen yeni bir durum oluşuyor ve burada güçlü Türkiye faktörü ana rol oynayacak. Biz de onun yanındayız. Yani gücümüz daha da artacak. Büyük coğrafya - Avrupa'yı, Asya'yı, Güney Kafkasya'yı, Hazar havzasını kapsayan büyük coğrafya artık başlı başına ciddi bir jeopolitik faktördür. Askeri güç, siyasi güç, ekonomik potansiyel, birlik ve bugün dünyanın hiçbir yerinde bu kadar birbirine bağlı olan ülkeleri görmek mümkün değil, Türkiye ve Azerbaycan gibi. Bu yüzden çok umutluyuz ve Suriye'deki değişiklikler bizi fazlasıyla sevindiriyor. Birincisi Türkiye için, ikincisi kendimiz için. Çünkü 12 yıl boyunca bizim Suriye ile hiçbir ilişkimiz olmadı. Büyükelçiliğimiz oradan çıkarıldı ve Esad döneminde Suriye her zaman Ermenistan'ın yanındaydı. Bize karşı Ermenistan ile fiilen birleşti, sadece Paşinyan'ın Esad'a gönderdiği mektuplara, gönderdiği resmi heyetlere bakmak yeterlidir - dışişleri bakanı, parlamento başkanı ve yardımcısı. Onlar Suriye'yi yakın müttefik sayıyorlardı ve artık buna da son verildi.
İsrail-Filistin meselesinde de bizim tutumumuz değişmez olarak kalıyor. Biz iki devletin kurulmasının, yani varlığının her zaman taraftarı olduk. Bağımsız Filistin devletinin kurulması bu çatışmaya son verecek. Düşünüyorum ki, bunu herkes anlamalıdır. Bildiğiniz gibi, biz uzun yıllardır Filistin devletine desteğimizi gösteriyoruz. Hem siyasi, hem manevi, hem maddi destek ve bu devam ediyor. Uzun yıllardır Azerbaycan'da Filistin Büyükelçiliği faaliyet gösteriyor. Bizim de Filistin'de temsilciliğimiz açılmıştır ve elbette ki, bu çatışma ne kadar çabuk biterse, Gazze'de ateşkes ilan edilirse, o kadar da herkes için iyi olacak. Biz bunu diliyoruz ve aynı zamanda burada İslam ligasının faaliyetini esas alıyoruz. Çünkü bu, daha çok Arap dünyasının meselesidir ve burada Arap dünyasının örgütü - Arap Ligi'dir, onun tutumu neyse, biz de o tutuma ortağız. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın bütün etkinliklerinde biz aktif katılım gösterdik ve aktif katılım göstereceğiz. Yani, bizim tutumumuz tamamen açıktır.
Vefa Ağabalayeva: Sayın Cumhurbaşkanı, dünyamız değişiyor, şehirlerimiz değişiyor, doğal olarak yönetim sistemi de değişiyor. Azerbaycan da dünyanın bir parçasıdır ve doğal olarak bu süreçlerin dışında kalmıyor. Örneğin, kaymakamlar yerine makamına Cumhurbaşkanının özel temsilcileri atanıyor veya büyük kuruluşları, bireysel kuruluşları tek platformdan yöneten holdingler kuruluyor ve benzeri. Sorum Sizin Kararnamenizle ilgilidir. Azerbaycan Ulaştırma ve İletişim Holding'inin (AZCON) kurulması neye hizmet ediyor ve genel olarak, bu kurumdan beklentilerimiz nelerdir?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Son birkaç yılda devlet şirketlerinde yeni bir yönetim modeli uygulanmaya başlandı. Yönetim kurulları oluşturuldu, yönetim kurulu başkanlıklarına devlet memurları atandı ve böylece devlet şirketlerindeki sorunlar tamamen ortaya çıktı. Maalesef devlet şirketleri uzun yıllar boyunca sadece doğal tekel değil, aynı zamanda zarar eden şirketlerdi. Bunun birçok nedeni var. Ana neden yönetimdeki kusurlar ve ihlallerdi. Buna son vermek için tarafımdan böyle bir karar alındı ve tüm şirketlerde - sayıları çok değil, yaklaşık 10 devlet şirketi var - yeni bir yönetim modeli oluşturuldu ve bunun olumlu yönlerini hemen görmeye başladık. Yani, uzun yıllar zarar eden ve her seferinde devlet bütçesine başvuran SOCAR, örneğin, şimdi kar ediyor. Uzun yıllar zarar eden ve her seferinde devletten sübvansiyon alan Azerbaycan Hava Yolları kar ediyor ve yanılmıyorsam, geçen yılın gelirleri birkaç 100 milyon manat seviyesinde. Artık kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayacak. Demiryolu idaresi de aynı şekilde. Uzun yıllar devletten yardım alan, şimdi yaklaşık 100-150 milyon manat karla çalışıyor ve diğer şirketler. Yani, bu ilk aşamaydı. İyileştirme ve personel reformu aşaması artık tamamlandı. ASKON kurumuna gelince, bunun amacı da ulaşım sektörünü tek bir çatı altında bir platform olarak oluşturmaktır. Çünkü yönetimde bahsettiğim olumlu değişiklikler gerçekleşmesine rağmen, ulaşım kurumları arasındaki koordinasyon zayıftı ve bundan sonraki yıllarda hem ana gelir kaynağımızın hem de siyasi ağırlığımızı güçlendiren faktörlerden birinin ulaşım ve bağlantılar olacağını göz önünde bulundurursak, elbette burada tamamen şeffaf ve koordineli çalışan bir mekanizma oluşturmalıydık. Birçok örnek var, örneğin yük taşımacılığıyla ilgili - Hazar Denizcilik için bir yükün taşınması daha avantajlı, demiryolu için başka bir yükün taşınması. Liman burada ne derece aracı mekanizma rolü oynuyor? Bu yüzden amaç, devletin çıkarına göre hangi yükün nasıl taşınması avantajlıysa ona öncelik verilmelidir. Paralel olarak ulaşım sektörünün dijitalleştirilmesi süreci de devam ediyor. Bu yönde gerekli önlemler alındı, talimatlar verildi, gümrük işlemlerinde de yük gönderen taraf kendi yükünü sürekli takip edebilecek ve buradaki yapay engeller, ihlaller ve aynı zamanda doğal gecikmeler de ortadan kaldırılacak. Çünkü Doğu-Batı ulaşım koridorunu tarifelerin doğru düzenlenmesiyle hem ekonomik açıdan daha avantajlı hale getirmeli hem de yapay engelleri ortadan kaldırmalıyız ki yükler daha hızlı ulaşsın.
Tarifelere gelince, bir demiryolu tarifesi, bir uluslararası liman tarifesi ve bir de denizcilik tarifesi var ve bu tarifeler arasında uyumsuzluk var. Yani, birçok başka detay var ki, bu durum tek bir sistemin oluşturulması ihtiyacını doğurdu ve biz bunu oluşturduk ve eminim ki, oluşmakta olan bu kurum yakında, deyim yerindeyse, etkinliğini gösterecek.
Bununla paralel olarak, şehir içi ulaşım sorunları da göz önünde. Biz vaktiyle şehir içi ulaşımı rahatlatmak ve trafik sıkışıklığını azaltmak için birçok büyük proje yürüttük. Şimdi birçoklarının belki de unuttuğu, özellikle genç neslin belki de hiç bilmediği şeyler var. Eskiden ne kadar sorun vardı, buradan şehre gitmek için bile, kaç tane kavşak vardı. Merdekan kavşağı, Sabunçu kavşağı, Koroğlu kavşağı, sonra Surahanı kavşağı, her kavşakta trafik sıkışıklığı, o havaalanı-şehir yolu, toplam dört şerit, aslında üç şeritten ibaretti. İkinci, yani beton yol dediğimiz yol, hiç yoktu. Bunları saymakla vakit geçebilir.
Bu yüzden vaktiyle birçok tünel, yol kavşağı inşa edildi. Ama şimdi görüyoruz ki, yine araç sayısı artıyor, insanlar daha çok araba alıyor, ekonomik hareketlilik artıyor. Yine şehir trafik sıkışıklığında boğulmaya başladı. Bu nedenle benim tarafımdan, bu konu da görev olarak verildi ve şimdi Ana plan fiilen hazırlandı. Burada otobüs ulaşımını metro ulaşımıyla uyumlu hale getirme konuları var. Son zamanlarda birkaç metro istasyonunu hizmete açtık. Ama bu yeterli değil ve benim talimatımla yeni 10 metro istasyonu inşa edilecek. Onların yerleri de seçildi ve bu yıldan itibaren artık yatırımlar da yapılacak.
Bununla birlikte, Bakü şehrinde yeni yol altyapı projelerini uygulamak için ilk 7-8 proje seçildi. Uluslararası uzmanlar dahil edildi. Hangi yollara öncelik vermeliyiz. Bazen yeni yol açılıyor, ama bu trafik sıkışıklığının azalmasına değil, artmasına neden oluyor. Yani, burada uluslararası deneyim çok önemli ve bu konu da mutlaka çözüme kavuşacak.
Ayrıca, şehir otobüs filosunun elektrikli otobüslerle değiştirilmesi süreci de başladı. Şimdiden 150'den fazla yeni elektrikli otobüs getirdik ve aynı zamanda bu yıl Azerbaycan'da yerli elektrikli otobüs üretimi de başlayacak. Yani, işler ilerliyor. Bana verilen bilgiye göre, ekim-kasım aylarında Azerbaycan'da üretilen ilk elektrikli otobüsler kullanılacak ve bu da şehrimizin havasına çok olumlu etki edecek. Çünkü biliyoruz ki, havayı kirleten en büyük kaynak taşıtlardır, özellikle büyük araçlar.
Diğer projeler de yürütülüyor. Sadece bilgi için söyleyeyim, örneğin, şu anda otoyollarımıza elektronik kantarlar kuruyoruz. Geçen yıl buna başladık, bu yıl da devam edecek ve tüm ana yollara kurulacak. Çünkü ne oluyor, yeni yol yapılıyor, ama sonra bazı iş adamları yük araçlarını öyle yüklüyorlar ki, yolu tahrip ediyor. Bu yüzden ilk elektronik kantarlar kurulduktan sonra artık buna son verildi. Çünkü büyük cezalar uygulanıyor. Artık yük taşıyan şirketler cezaya maruz kalmamak için kendileri yüklerin ağırlığını ölçüyorlar.
Birçok modern teknolojiye dayalı yenilikler uygulanıyor ve uygulanacak. Muhtemelen Azerbaycan basını da bu alanı daha çok aydınlatmalıdır. Çünkü bu, insanları haklı olarak memnuniyetsiz eden ve endişelendiren konulardır. Bu yüzden bu işleri yoluna koyacağız. Muhtemelen 10 istasyonun inşası belki beş yıl sürer. Ama yolların yapımı daha az. Azerbaycan kamuoyu doğal olarak bu konularla ilgili sürekli bilgilendirilecek.
Vüsal Metleb: Röportajın başlarında yeni dünya düzeninin oluşumunun başlangıcında olduğumuzu belirttiniz. Güney Kafkasya'ya olası etkilerinin ne olabileceğini ve Azerbaycan'ın hangi senaryolara hazırlandığını öğrenmek istiyoruz?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Aslında, biz bu sürecin aktif katılımcısı olmalıyız. Biz sadece burada yeni düzenin nasıl olacağını beklememeliyiz. Kendi işimizi yapmalı ve gündemimizi bundan sonra da uygulamalıyız. Çünkü Güney Kafkasya bizim bölgemizdir ve Azerbaycan bu bölgenin önde gelen ülkesi olarak, elbette sorumluluk açısından özel bir ağırlığa sahiptir. Bu yüzden yeni düzeni biz adil bir düzen olarak görüyoruz. Eğer bunu tek kelimeyle ifade etmek mümkünse, bu adil olmalıdır ve aslında Azerbaycan'ın uzun yıllardır yürüttüğü politikaya da uygundur. Biz şimdi böyle görüyoruz, yani egemenlik, bağımsızlık, birbirinin işlerine karışmamak, çeşitli bahanelerle ülkelerin iç durumunu gerginleştirmemek. Tüm bunlar bizim aslında dış politika çizgimizdir. Azerbaycan uzun yıllardır bu politikayı yürütüyor. Biz kimsenin işine karışmıyoruz, kendi işimizle meşgulüz. Kim bize başvurursa, çalışıyoruz ki o başvuruları yanıtsız bırakmayalım. Kendi politikamızla, yatırımlarımızla Güney Kafkasya'da fiilen yeni bir ulaşım ve enerji haritası oluşturduk. Bir tarafımız Hazar üzerinden Orta Asya'ya uzanıyor, bir tarafımız Avrupa'ya ve bu büyük coğrafyada Azerbaycan fiilen vazgeçilmez bir ülke haline geliyor. Sadece haritaya bakmak yeterlidir, herkes görsün ki, Orta Asya ve Batı dünyası ile birleşmek, bağlantılar kurmak isteyen Azerbaycan'dan yan geçemez. Yani, bunu bizsiz yapamazlar ve modern altyapı, istikrar, düşünülmüş politika ve dünyaya açıklık. Yani, biz yeni dünya düzenine kendi katkımızı eylemlerimizle veriyoruz, çünkü bazen bu, biraz dikkatten kaçıyor. Ama ben biliyorum ki, Azerbaycan'ın son yıllardaki adımları çok ciddi analiz ediliyor, çok ciddi. Çünkü dünya tarihinde kendi toprak bütünlüğünü kendi gücüyle restore eden ikinci ülke olmadı, en azından yakın ve orta geçmişe bakarsak. Bunu biz yaptık, tüm baskılara, tehditlere ve tehlikelere rağmen. Bağımsız politika yürütme kabiliyetine sahip ülkelerin sayısı da o kadar çok değil. Bakın, şimdi yine Kanada'ya dönüyoruz. Trump'ın bir sözüyle Kanada'nın Başbakanı istifa etti. Kanada Azerbaycan'dan 10 kat daha fazla petrol üretiyor - 300 milyon ton ve nüfusu da sadece 40 milyon. Yani 300 milyon ton, eğer başka ekonomi olmasa bile, 40 milyonu 300 milyon tonla idare etmek olmaz mı? Görün, bunların ekonomisi ne kadar kötü durumda ki, Amerika eğer onlara ek gümrük vergisi uygulasa, bunun ekonomisi çökecek ve sayın Trump dediğinde ki, Kanada 51. eyalet olmalıdır ve sayın Trudeau vali olmalıdır, bu elbette trolleme olarak görülebilir. Ama aslında bu sözlerde belki de mantık var. Yani, ben neyi diyorum, bakın Avrupa ülkelerine, onlar güç merkezlerinden ne kadar bağımlı ve bazen başka faktörlerden. Bu yüzden bağımsız politika yürütme kabiliyetine sahip ülkeler çok değil. Bu yüzden bizim bu alandaki politikamız haklı olarak bize sempatiyi daha da artırıyor ve ben eminim ki, yeni dünya düzeni tam şekillenme sürecine girdiğinde, Azerbaycan'ın pozisyonu da dikkate alınacak, en azından Güney Kafkasya'da ve Hazar havzasında ve biz buna hazır olmalıyız.
Tabii ki, dünya çapında bu sürecin nasıl ilerleyeceğini söyleyemem. Bunu belki de hala, nasıl desek, tam olarak tespit etmediler. Ancak bu inkar edilemez ve düşünüyorum ki, çok zaman geçmeden bunu göreceğiz ve ben bunu birkaç kez söyledim. Eğer her ülke kendi iç işleriyle meşgul olsa, o zaman ne savaş olur, ne çatışma olur, ne karşı durma olur. Herkes kendi sınırları çerçevesinde kendi işiyle meşgul olsun ve başka ülkelerin iç işlerine karışmasın. Belki de böyle bir dünya fantastik görünüyor. Çünkü tarihsel olarak emperyalist güçler "böl ve yönet" prensibiyle yaklaştılar, sömürgeleri tamamen yöneterek onların tüm servetlerini çalıp kendileri için devletler kurdular. Ama buna son verilmeli ve sömürgecilik gibi iğrenç uygulamaya son verilmeli ve düşünüyorum ki, yeni dünya düzeninde bu mesele de dikkate alınacak.
Ancak ben daha çok düşünüyorum ki, ülkelerin egemenliği dokunulmaz olmalı ve korunmalı, kimse kimsenin işine karışmamalı. Biz bunu başarabildik. Bizim işimize kimse karışamaz. Girişimler oldu mu? Evet, oldu. Olacak mı? Muhtemelen olacak. Sonuç oldu mu? Hayır ve olmayacak. Ama gözümüzün önünde olan birçok ülke dış müdahaleye maruz kalıyor ve bu, o ülkelerin manevi ve genetik kodunu da fiilen sarsıyor. Zayıf ülkelere yabancı değerler, olumsuz değerler aşılanıyor. Zayıf derken, ülke zayıf olamaz. Liderler eğer zayıfsa, o zaman ülke zayıf sayılır. Bu yüzden biz bu işe kendi gündemimizle hazırız, gündemimiz de var. Yani politikamız artık bunu gösteriyor ve yine de diyorum ki, bu işe bizim katkımız önemli olacak.
Vefa Ağabalayeva: Sayın Cumhurbaşkanı, konuyla ilgili bu soru herhalde yerinde olacak diye, yöneltmek istiyorum. Garip bir eğilim oluştu, herkes 20 Ocak'ı bekliyor, Trump'ın yemin törenini. Düşünüyorlar ki, ondan sonra bazı süreçler gerçekleştirilecek ve Siz de Rossiya Segodnya ajansına verdiğiniz röportajda belirttiniz ki, Trump'ı bizimle aynı gemide görüyorsunuz ve aynı zamanda, Şuşa Medya Forumu'nda da Size yöneltilen sorulardan birine cevabınızda o zamanki aday olan Trump'la ilgili olumlu mesajlar duyduk. Nasıl düşünüyorsunuz, ya da soruyu şöyle yönelteyim, Size öyle geliyor mu ki, Joe Biden dünyayı öyle değiştirdi ki, Trump'ın işi zor olacak?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Olabilir. Ancak aynı zamanda, Sayın Trump tamamen yeni bir gündemle göreve geliyor ve ilk döneminde Amerika-Azerbaycan ilişkilerinde herhangi bir sorun yaşanmadı. Aksine, ilişkiler çok olumluydu ve birçok alanda ilerleme kaydedebildik. Biden yönetiminin Azerbaycan'la ilgili temel hatası, Amerika-Azerbaycan ilişkilerini Amerika-Ermenistan ilişkilerinin kurbanı haline getirmesiydi. Yani, Azerbaycan'a Ermenistan-Azerbaycan veya Amerika-Ermenistan ilişkileri prizmasından bakıyordu ve o zamana kadar elde edilen iyi sonuçlar gölgede kaldı, bu birincisi. İkincisi, Azerbaycan'a karşı adaletsiz bir tutum sergiledi, özellikle Karabağ meselesiyle ilgili ve bu hem adaletsiz hem de çifte standartlara dayalı bir tutumdu. Çünkü ben Amerikalı temsilcilere defalarca söylüyordum ve açıkça da söylüyordum, basında da, siz Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü iki elle destekliyorsunuz, silahlar veriyorsunuz, milyarlarca para veriyorsunuz. Biz kendi toprak bütünlüğümüzü sağladık, neden bizi cezalandırmak istiyorsunuz? Buna cevap verin. Cevap da yoktu. Cevap da belli ki, bu çifte standarttır. Aynı zamanda, düşünüyorum ki, Biden yönetiminin hatalarından biri de Amerika'ya olan güveni büyük ölçüde sarsmasıydı, kendi eylemleriyle. Örneğin, Afganistan meselesine dönersek, Azerbaycan ilk ülkelerden biriydi ki, Afganistan'daki misyona katıldı ve hem askeri birlik gönderdi ve defalarca onu artırdı, hem de Amerika için çok önemli olan ulaşım-lojistik konularını da çözdü. Biz onlara lazım olduğu sürece 907. düzeltme - yaptırım kaldırılıyordu, biz lazım olmayınca, uyguladılar. Yani, bu nedir? Bunun bir adı var: nankörlük. Bu, nankörlüktür ve hangi güvenden söz edilebilir? Hangi uzun vadeli işbirliğinden söz edilebilir? Az önce dediğim gibi, Soros'un bu yüksek ödülle onurlandırılması tüm maskeleri düşürdü. Yani, bu, Soros iktidarıydı, hem Biden döneminde, hem Trump'tan önceki sekiz yıl boyunca ve tam da bu yüzden ilişkilerimizde hiçbir ilerleme olmadı. Biz Amerika ile temel ciddi işbirliği platformunu Clinton ve George Bush döneminde kurduk ve Trump döneminde bu devam etti. Bu yüzden umutlar var. Ben Şuşa Forumu'nda, daha Temmuz ayında, - kimse bilmiyordu, kim kazanacak, kim kaybedecek, henüz o ünlü Trump-Biden tartışmaları da yapılmamıştı, - ben, sadece Azerbaycan'ın çıkarları açısından ve bir insan olarak kendi görüşümü bildirdim ki, Trump bizim toplumumuzun paylaştığı değerleri savunuyor. Aile değerleri, manevi değerler - bunları savunuyor. Ailesine bakmak yeterli. Şimdi ben başkalarının ailesi hakkında bir şey söylemek istemiyorum, ama şimdi bu o kadar kamuoyuna mal oldu ki. Bir de, Biden yönetiminin yalan söylemesi, söz vermek, sonra o sözden kaçınmak ve kendini sanki hiçbir şey olmamış gibi göstermek, buna ne ad verilebilir? Bu yüzden Azerbaycan toplumunun, tüm ülkelerin umutları şunda ki, bu ahlaksızlığa, maneviyatsızlığa son verilecek ve toplumlar, Azerbaycan gibi geleneksel değerler üzerine kurulu olanlar, bu dış etkiden kurtulacaklar, bu birincisi. İkincisi, yine de diyorum, kendi açıklamalarıyla Sayın Trump çok net, açık mesajlar gönderiyor. Şimdi bunların belki de hepsini analiz etmek mümkün değil. Ama diyebilirim ki, bunların büyük çoğunluğunu Azerbaycan kamuoyu paylaşıyor. Yani, bu yüzden umutlar büyük. Bu yüzden ben dedim ki, umutlar var, umutlar büyük. O cümleden Amerika-Azerbaycan stratejik ilişkilerine yaklaşmak da mümkün olacak. Ben düşünüyorum ki, eğer her iki taraf istekli olursa, biz Amerika-Azerbaycan ilişkilerini stratejik düzeye çıkarabiliriz.
Sayın Rzayev: Sorum Azerbaycan ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerle ilgili. Tarih gösteriyor ki bu ilişkiler tek yönlü değil, burada farklı noktalar var. Geçen yıl, sadece Azerbaycan'la ilgili kararlar yayınlayan Avrupa Parlamentosu'nun yapısı değişti. Avrupa Komisyonu'nun yakın zamanda kısmen oluşmuş yeni yapısı belirlendi. Burada bazıları kaldı, diğerleri artık gitti. Siz birkaç noktadan bahsettiniz. Çelişkili noktalar var. Avrupa Birliği bir yandan genel olarak en büyük ticaret ortağımız. Burada Avrupa Birliği üyeleri kastediliyor, diğer yandan Ermenistan'a silah için para ya da doğrudan silah göndermeyi planlayan sözde Barış fonu. Başka açıdan, Siz meslektaşlarımın sorularını yanıtlarken enerji sektörü ile ilgili, onlara gaz tedariki hakkında konuştunuz. Onlara gaz gerekiyor. Ama diğer yandan, Avrupa Birliği'nin temsilcileri - sözde sivil misyon ülkemize dürbünle bakıyor. Tüm bunlar oldukça çelişkili. Bilmek isterdim, bu yıl Azerbaycan ve Avrupa Birliği ilişkileri ile ilgili beklentileriniz nedir? Böyle olumsuz yönler mi yoksa olumlu olaylar mı ağır basacak? Sizce, böyle bir ortamda hangi karşı adımlar atılmalı? Çünkü öyle bir izlenim oluşabilir ki, bu fon, bu sözde gözlemciler Brüksel tarafından oraya ilişkilerimizi bozmak için gönderiliyor.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Avrupa Komisyonu ile ilişkilerimizin nasıl gelişeceğini söylemek zor. Ancak geçen yılın hayal kırıklığı dolu bir yıl olduğunu söylemeliyim. Özellikle geçen yıl Avrupa Birliği, normalleşme sürecinde açıkça Ermenistan'ın tarafını tuttu. Sizin de iyi bildiğiniz birçok gerçek var. Elbette, Avrupa Birliği'nin sözde gözlem misyonunun süresinin uzatılması güveni güçlendirmedi, aksine sarstı. Bu misyonun bizimle koordine edilmesini talep ettiğimizde, herhangi bir yüksek hırs peşinde değildik, sadece bu misyonun kurulması ve sınırımıza gönderilmesinin bizimle, 2022 Ekim'inde Prag'da şahsen benimle koordine edilmesini istiyorduk. Eğer o zaman iki aylık ve 40 kişilik olması konusunda anlaşmaya vardıysak, öyle olmalıydı. Ben bir anlaşmaya vardığımda, sözde bile olsa, her zaman bu anlaşmalara uyarım. Ancak böyle bir durumda Avrupa'da bu anlaşmaları bozma hakkına sahip olduklarını düşündüler. Sonra hiçbir bildirimde bulunmadan, bizimle herhangi bir anlaşma olmadan sadece bu misyonun süresini uzatmakla kalmadılar, sayısını artırdılar ve Avrupa Birliği üyesi olmayan bir ülkeyi davet ederek özünde güveni kırdılar. Sonra, deyim yerindeyse, bu dürbünle utanç verici gösteriler, yarı askeri kıyafet ve botlar giyiyorlar ve oraya sanki savaşçılar gibi gidiyorlar. Eğer birisi yanlışlıkla Azerbaycan topraklarına girerse nasıl hızla kaçacaklarını göstermek istemiyorum, o zaman sadece ellerin nasıl kaşındığını görecekler. Bu yüzden onlara dürbün gösterisine son vermelerini ilettik, artık dürbünsüz dolaşıyorlar. Gerçi yakın zamanda Avrupa'nın bir ülkesinin cumhurbaşkanı Azerbaycan'ı dürbünle izlemek gibi kaba bir davranış sergiledi. Bir hafta önce burada, Bakü'de olup benimle görüşmeyi talep ettiğinde bunları görmüyor muydu? Eğer bakmak istiyorduysa, onu Karabağ'a gönderirdim, dağları seyrederdi. Anlıyor musunuz, bu artık bir gösteridir. Bu basit bir mesele değil. Bu bir tutumdur. Dürbünle sanki düşmana bakıyorsun. Eğer siz Azerbaycan'a böyle davranıyorsanız, o zaman biz nasıl davranabiliriz? Ben hala dışişleri eski yüksek temsilcisinin yıkıcı rolünden bahsetmiyorum. Başka meseleler de var. Çok fazla hayal kırıklığı oldu.
Şimdi ne olacağını bilmiyorum. Komisyon yeni. Gerçi bazı karakterler eski. Her halükarda bu yeni bir komisyon. Azerbaycan'a ve onun milli çıkarlarına karşı tutum nasıl olacaksa, bizim tutumumuz da öyle olacak. Eğer normal, yapıcı olursa, sanırım verimli bir mecraya dönebiliriz. Geçen yıl Avrupa Birliği'nin elde ettiği sonuç, Azerbaycan-Ermenistan normalleşme sürecinden tamamen dışlanması oldu. Eğer Ermenistan'ın silahlandırılması ve sözde Barış Fonu'nun bundan sonra da devamı olacaksa, bizim tarafımızdan uygun karşılıklar verilecek. Avrupa Parlamentosu'nun rezil davranışından bahsetmiyorum bile. Bu arada, yeni yapı da eskisinden özellikle farklı değil. Aynı Azerbaycan düşmanlığı ve tamamen temelsiz aynı saldırılar. Biz genel olarak onları hatırlamıyoruz bile, ne bu Avrupa Parlamentosu'nu ne de milletvekillerini, hatta bu insanların kim olduğunu da bilmiyoruz. Ama onlar Azerbaycan'la mücadeleyi hayatlarının amacı haline getirmişler. Egemenliğimizi yeniden kazandıktan sonra, tam da bu nedenle üç ay sonra bize karşı ayrımcılık yapan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nden bahsetmiyorum bile. Eğer onlar, kendi söyledikleri gibi, güya insan hakları ihlallerinden bahsediyorlarsa, bunu 20 yıl boyunca yapabilirlerdi. Neden yapmadılar? Demek ki bu bir sebep. Bir kere demiştim ki, biz yeterince büyük bir kaya parçasını yerinden oynattık, hatta bize görünebileceğinden daha büyük olanını. Şimdiki durumda bu, birçok Avrupalının - hem de sadece onların değil - iradesine karşı çözülen sadece yerel bir çatışma değil. Onlar bizi bağımlı durumda tutmak, buraya gelmek, bize ders vermek, sürece katılmak, gelip gitmek, izleme yapmak istiyorlardı. Biz onları bütün bunlardan mahrum ettik. Ama biz normal ilişkiler öneriyoruz: gelin, normal, ikili işbirliği yapalım. Biz size bağımlı değiliz, sizden hiçbir şey beklemiyoruz, ailenize üye olmak için can atmıyoruz, açıkçası, siz hiçbir zaman Müslüman nüfuslu bir ülkeyi kabul etmeyeceksiniz. O halde gelin, iyi komşular olalım, işbirliği yapalım, buyurun, ticaret yapalım, satalım, alalım, teknolojiler elde edelim. Maalesef, bunların tüm faaliyeti bizim Avrupa Birliği ile programların hepsini durdurmamıza neden oldu. Tüm eşleştirme programları durduruldu, Avrupa Birliği'nin yasal olan hibelerinin hepsi donduruldu. Kısmen yasal olmayanlar da var, genellikle Gürcistan üzerinden sınırdan buraya paralar getiriliyor, yine Soros yapılarının adamları aracılığıyla, ama eskisi gibi değil, hem de bizim kolluk kuvvetleri bütün bunları takip ediyor. Ama bizim yasal hibelerden vazgeçmemizin nedeni, onların topraklarımızda geleceğe, özellikle gençlere yönelik kendi platformlarının oluşturulmasına yönlendirilmiş olmasıydı. Maalesef, biz Azerbaycan gençliğinin bazı temsilcilerinin ihanet yolunu tuttuğunu görüyoruz, açıkça satılmışlık, Ermeni yanlısı işbirliği - bu da NED (Amerika'nın National Endowment for Democracy) ve EED (European Endowment for Democracy) tarafından finanse edilen sözde hibe programları aracılığıyla beyinlerin yıkanmasının sonucudur. Hatta burada nasıl bir klonlama olduğunu görüyorsunuz, isimler aynı, sadece birinde National, diğerinde European kelimeleri var. İşte, onların başardıkları bundan ibaret, gelecekte de devam edecek, daha büyük duvar yükselecek. Onlar Orta Asya ülkeleriyle yakınlaşma konusundaki politikalarını nasıl uygulayacaklar? Rusya üzerinden bağlantı kuracaklar? Şüpheliyim. Belki İran üzerinden? Yine şüpheliyim. Azerbaycan'ın altından tünel mi çekecekler? Herhalde bu da olmayacak. Bu yüzden bu meseleye, sadece ayık kafayla yaklaşmak, Avrupa'ya, herhangi bir Avrupa ülkesine karşı hiçbir zaman kötü bir şey yapmamış Azerbaycan'ı güvenilir ortak olarak değerlendirmek gerekir. Sadece karşılık veriyordum ve karşılık vermeye devam edeceğim. İyiliğe iyilikle, kötülüğe ise uygun karşılık verilecek.
Nigar Sabirqızı: Sayın Cumhurbaşkanı, izninizle, biraz farklı bir soru sormak istiyorum. Az önce bir cümle kullandınız, işimize kimse karışamaz diye. Elbette, bu inkar edilemez bir gerçektir ki, sizin kararlılığınız sayesinde Azerbaycan bugün sadece bölgemizde değil, tüm dünyada bir güç haline geldi. Az önce sizin de belirttiğiniz gibi, Macron Azerbaycansız yaşayamıyor, Azerbaycan'ı bir güç olarak görüyor ve Fransa'nın iç işlerine karışmakla bizi suçluyor, ya da birkaç gün önce bilinen uçak olayıyla ilgili Rusya Cumhurbaşkanı'nın Azerbaycan'dan özür dilemesi. Bu, ilk kez Rusya devletinin başka bir devletten özür dilediği bir durumdu. Çoğu kişi buna inanmıyordu ama bu gerçekleşti ve tüm bunlar Azerbaycan'ın güçlü bir devlet olduğunun ve onunla hesaplaşmaları gerektiğini anladıklarının göstergesidir. Coğrafi açıdan küçük ama galip ve güçlü bir devletin Cumhurbaşkanı olmak nasıl bir duygu?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Size nasıl söyleyeyim, öncelikle büyük bir sorumluluk. İlk olarak, ben görevime işte böyle yaklaşıyorum, her gün, her saat, gece gündüz. İkincisi, büyük bir şeref. Elbette ki, özellikle son zamanlarda çok seviniyorum. Son dört yıldır hayatım tamamen farklı. Hepimizin hayatı farklı, hepimiz tamamen başka bir ruh haliyle yaşıyoruz, uyanıyoruz, yurt dışına gidiyoruz. Galip ülkenin temsilcisi olarak, özellikle lideri olarak yaşamak, çalışmak, uluslararası temaslarda bulunmak tamamen farklı bir duygu. Özellikle göz önüne alırsak ki, 17 yıl boyunca biz tamamen farklı bir durumda idik, haklı olmamıza rağmen, bizi haksız sayıyorlardı. Tüm bu 17 yıl boyunca kamuoyunun dikkatinden uzak birçok durum oldu ki, insanı derinden hem öfkelendiriyordu, hem üzüyordu, hem de incitiyordu. Adaletsizlik - çünkü, nasıl söyleyeyim, en büyük adaletsizlik işte adaletsizliktir.
Bugün her yerde ve her alanda gerçekleşen gelişmenin temelinde işte iyi ruh hali, iyi atmosfer, toplumumuzun rahat yaşaması, kendine güven duyguları yatıyor. Ben de biliyorum ki, arkamda Azerbaycan halkı duruyor. Azerbaycan halkı da biliyor ki, ben onun arkasında duruyorum, yani bu özel bir duygu. Bunu muhtemelen birçokları yaşamadı. Özellikle her iki dönemde ülkeye liderlik eden kişi olarak belki de bu benzersiz bir deneyimdir. Dört yıl geçmesine rağmen, hala bunu tam anlamak zor. Ben kurtarılmış topraklarda belki de 100 defadan fazla oldum ve her gittiğimde kendime aynı sözleri söylüyorum, aynı sevinci paylaşıyorum. Sanki ilk defa gelmişim oraya. Yani, siz nasıl, ben de öyle. Elbette ki, sorumluluk ve gurur duygusu. Biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, gerçekten de öncelikle ülkemizle, halkımızla gurur duyabiliriz.
Nigar Sabirqızı: Çok sağ olun, teşekkür ederim.
Vefa Ağabalayeva: Sayın Cumhurbaşkanı, yakın zamanda tesadüfen bir röportajınıza rastladım. Bu röportajı iktidara yeni geldiğiniz yıllarda vermişsiniz. Orada şöyle bir cümle vardı: Ben iktidara geldiğimde gerçekten dünyada adalet ve hukuk olduğunu ve bunun işlediğini düşünüyordum, ancak zamanla bunun işlemediğini gördüm. Bir noktaya değinmek istiyorum, biz Azerbaycan Cumhuriyeti olarak Sizin sayenizde her zaman küçük devletlerin ve ada devletlerinin yanında olduk. Azerbaycan televizyonları bu bölgelerde çekimler yapıyor. Büyük medya kuruluşları susmasına, konuşmamasına ve gizlemesine rağmen, Azerbaycan televizyonları Batı Afrika'da, sömürgecilik politikası sonucunda mahvolan ülkelerde, adalarda, Korsika'da, Yeni Kaledonya'da çekimler yapıyor. Sıradan halk temsilcileri - en azından duyduğum cümleleri Size iletiyorum - Azerbaycan Cumhuriyeti'ne ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı'na teşekkür ettiklerini belirtiyorlar. İnanın ki, onların her biri Sizi tanıyor. Tam bu noktada sorum şu: yeni sömürgecilik politikasıyla ilgili bir sonraki aşamada hedeflerimiz neler olacak ve biz bu misyonun önünde gidecek miyiz?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Evet, bu devam edecek. Azerbaycan toplumu artık kendi duruşunu ortaya koydu ve Bakü İnisiyatif Grubu'nun faaliyeti yıldan yıla genişliyor, büyüyor. Yine söylüyorum, eğer bu süreç belirli nedenlerle başladıysa, bugün bu artık hayatımızın bir parçası ve özellikle bu bölgelerin temsilcileriyle görüşmek, onların ağzından sorunlarını duymak, gözlerinde bu hasreti, bu tükenmiş umutları görmek hem zor hem de çok tanıdık. Çünkü biz de uzun yıllar yaklaşık aynı durumdaydık. Biz bağımsız olmayan dönemde bağımsızlık arzusuyla yaşadık, en azından toplumumuzun büyük kısmı. Biz bağımsızlığı elde ettik ve hemen işgale uğradık, hatta ondan önce. Bu adaletsizlik hayatımızın bir parçasıydı ve biz bu adaletsizlikten halkımızın iradesiyle kurtulduk. Ancak bu halklar fiilen hiçbir kitle iletişim aracına erişim sağlayamıyorlar. Onlar tehdit ediliyor, onlara karşı adaletsizlik bir kural olarak artık kendini kanıtladı. Onları savunmak isteyen tarafların, kuruluşların sayısı da çok az. Çünkü yine söylüyorum, bunu söyledim, kimse baş ağrısı istemiyor, kimse büyük devletlerle - en azından kendilerini öyle sananlarla - karşı karşıya gelmek istemiyor. Ama biz bunu yapıyoruz ve yapacağız. Bu sömürgecilik uygulaması devam ettiği sürece biz o halkların yanında olacağız. Artık bunu Azerbaycan toplumu kendi manevi borcu olarak değerlendiriyor ve siz de belirttiniz, bizim televizyon kanalları o bölgelerde bulunduğunda, yerinde o insanların durumunu gördüğünde bir kez daha, o acı manzarayı görüyor.
Açıkçası, belki on yıl önce benim de bu bölgelerle ilgili çok fazla bilgim yoktu. Ancak son kasırga sonucunda ortaya çıkan bilgiler beni derinden sarstı. Meğer Fransa sayılan bir bölgede nüfusun %70-75'i yoksulluk içinde yaşıyor. Neden bu durum Fransa'da olmalı? Fransa'nın Cumhurbaşkanı oraya gelip "Fransa olmasa, siz 10 bin kat daha kötü yaşardınız" diyor. Daha kötü nasıl yaşanabilir ki? Yüzde yetmiş beş yoksulluk içinde, konut stokunun %30-40'ı eskimiş, hasarlı durumda. Eğer bu Fransa ise, demek ki Fransa yoksul bir ülkeymiş. Yani, sadece orayı stratejik bir nokta olarak tutmak, doğal kaynaklarını sömürmek ve halkları ezmek, asimilasyona maruz bırakmak, onları kendi benliklerinden, dillerinden, kültürlerinden mahrum etmek vahşiliktir. Bu, hiçbir ülkeye şeref getirmez.
Son yıllara kadar bütün bunlar örtbas ediliyordu. Kimse bu konuda konuşmuyordu, kimse o bölgelerin insanlarını hiçbir yere davet etmiyordu. Orada haklı bir protesto başladığında, bakın Fransa bu protestoyu ne kadar zalimce bastırdı, 13 kişi öldü, bin kişi tutuklandı. Onları oradan Fransa'nın ana bölgelerine getirdiler. Bu yüzden biz, elbette devlet olarak kendi sözümüzü söylüyoruz. Ama sivil toplum kuruluşlarımız da elbette bu çalışmaları sürdürmelidir.
Guy Show: Sayın Cumhurbaşkanı, izin verin İngilizce bir soru daha sorayım. Teşekkür ederim. Siz işini kendi kontrolü altında tutan ülkelerin değeri hakkında konuştunuz. Gelecekte, dış politika açısından, Trump yönetiminin yapacağı işler hakkında bizde de bazı bilgiler var. Nasıl düşünüyorsunuz, küreselleşme, anladığımız şekliyle, artık son günlerini yaşamıyor mu?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Düşünüyorum ki, hatta ondan önce bu gerçekleşti. Eğer hatırlıyorsanız, son yıllarda küreselleşme hakkında o kadar çok duymuyoruz. Olabilir ki, bu 10 veya 15 yıl önce bir eğilimdi, fakat başarılı olmadı. Çünkü birçok ülke buna karşı çıktı. Onun ne anlama geldiği de birçok ülke için açık değildi. Küreselleşme daha çok ticarete mi, yoksa tüm meselelere - eğer böyle ifade edilebilirse - aynı gözle bakmak mıydı? Kısacası, biz buna her zaman karşı çıktık ve hatta küreselleşme Batı'nın siyasetinde ana eğilim sayıldığı zamanlarda açık bir şekilde karşı çıktık. Hatta Başkan Trump seçilmeden önce bu mesele belirli bir derecede gündemde ön planda değildi. Bununla birlikte, eminim ki başarısız olduğu için tamamen ortadan kalkacak. Birçok insan onun ne anlama geldiğini bile bilmiyor. Yani, o müdahale aracı olarak kullanılmış, hakimiyet platformunun kurulması, genç neslin fikrini değiştirmeye yönelikti. Çünkü küreselleşmenin ana hedefi genç nesildi. Bu yaklaşım onları dünya vatandaşlarına çevirmek, onları kültürü, milli mensubiyeti, milli özgünlüğü, onuru olmayan insana dönüştürmek, kumandası başkalarının elinde olan robotlara çevirmek için hesaplandı. Kısacası, eminim ki onun zamanı artık geçti, bitti.
Guy Show: Teşekkür ederim.
Vüsal Metleb: Sayın Cumhurbaşkanı, yaklaşık üç saattir çalışıyoruz. Meslektaşlarımız da itiraz etmiyorsa, bunu son soru olarak kabul edelim. Aslında, belki bu konunun sona kalmasının sembolik bir anlamı da var. Birinci görevi, yani topraklarımızın özgürleştirilmesini başarıyla tamamladık ve ikinci görevi gerçekleştiriyoruz - Büyük Dönüş, restorasyon ve yapılandırma. Siz defalarca belirttiniz ki, bu Zaferi, bu konuyu çok istismar edemeyiz. Bu Zafer coşkusuyla yaşayamayız. Şimdi görünen o ki, üçüncü görevle karşı karşıyayız. Söz konusu olan Batı Azerbaycanlıların ata topraklarına dönüşüdür. Mevcut koşullar altında bu perspektifler ne kadar gerçekçi görünüyor?
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Biliyorsunuz, bu bize bağlı. Ne kadar aktif olursak, perspektifler de o kadar umut verici olacak. Doğal olarak, Karabağ'ın işgali döneminde bu konuyla aktif olarak ilgilenemezdik. Oysa daha 10 yıl önce ben bu konuyu siyasi gündeme getirdim ve benim tavsiyemle o zaman Azerbaycan bilim insanları bilimsel eserler oluşturmaya başladılar. İrevan Hanlığı hakkında büyük bilimsel eser oluşturuldu ve Batı Azerbaycanlıların geçmişteki yaşamı, oradaki yerleşimi, tarihi haritaların basılması. Tüm bunları biz o zaman da öyle görüyorduk, çünkü bu bizim haklı isteğimizdi. Ama yine de diyorum, her şeyin bir sırası var ve sıra artık geldi ki, biz bu konuyla ilgili daha ciddi ilgilenmeye başladık. İlk olarak, Azerbaycan'da faaliyet gösteren, Batı Azerbaycan'dan olan birkaç sivil toplum kuruluşu tek bir organizasyon çatısı altında birleşti. Batı Azerbaycan Topluluğu, onun faaliyeti daha da geliştirildi, uluslararası faaliyeti de dahil olmak üzere, birçok uluslararası kuruluşla temaslar kurdu ve bu konu artık uluslararası gündeme alındı. Çünkü bu önemlidir. Hem uluslararası terminolojiye, hem uluslararası gündeme artık bu konu alındı. Bundan sonra elbette ki, bizim hem sivil toplum kuruluşlarının, hem devletin faaliyeti, Batı Azerbaycanlıların kendi ata topraklarına, orada yaşadıkları köylere, şehirlere dönebilmeleri ve orada yaşayabilmeleri yönünde olacaktır. Bu, tüm uluslararası norm ve prensiplere uygun olan bir taleptir.
Özellikle şu anki Ermenistan topraklarının, neredeyse çoğunluğunu oluşturan kısmının Azerbaycanlıların yaşadığı tarihi topraklar olduğunu dikkate alırsak. Bugün 300 bin Batı Azerbaycanlının o bölgelere dönmesi gerektiğini söylüyoruz. Ancak genel olarak o bölgeden çıkmış ve bugün Azerbaycan'ın çeşitli bölgelerinde yaşayanların ve onların torunlarının, torun çocuklarının sayısı 300 binden birkaç kat daha fazladır. 19. yüzyıl Rus İmparatorluğu haritalarına bakın. Orada tüm yer adlarının Azerbaycan kökenli olduğu açıkça görülüyor, ya da Rus İmparatorluğu'nun 20. yüzyılın başlarında hazırlanmış haritaları. Orada da tüm şehirlerin isimleri Azerbaycan kökenlidir. Orada "Sevan Gölü" adında bir göl göremezsiniz. Orada Göyçe Gölü yazılıdır. Biz bunun tarihi toprağımız olduğunu söylediğimizde, gerçeği söylüyoruz. Bunu yakın zamanda basına çıkan Ermenistan'ın ilk faşist cumhurbaşkanı bile konuşmasında söylüyor, üç ilçede Azerbaycanlıların çoğunluğu oluşturduğunu. Zengezur'da Azerbaycanlılar çoğunluktaydı. Evet. Çoğunluk değil, tamamen Azerbaycanlılardan oluşan köylerdi. Biz 20. yüzyılda üç kez sürgüne maruz kaldık ve her sürgün büyük sorunlara yol açtı. 1920 yılının Kasım ayında Batı Zengezur Azerbaycan'dan ayrıldı ve Ermenistan'a bağlandı. Bundan iki yıl önce, ne yazık ki, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti İrevan şehrini Ermenistan'a hediye etti ve sonraki dönemde halkımız ne kadar acı çekti. Bu yüzden zaman geldi ki, Ermenistan şartları oluştursun, Batı Azerbaycanlılar kendi ata yurtlarına dönebilsinler. Elbette ki, bu konuda Ermenistan yönetiminden çok net ve uluslararası hukuka uygun bir tutum bekliyoruz. Onlar şimdilik susmayı tercih ediyorlar. Oysa biz bu konuyu defalarca dile getirdik ve onlardan somut cevap bekliyoruz. Ne zaman, hangi şartlarla Azerbaycanlılar o bölgelere dönebilirler? Özellikle Azerbaycanlıların yaşadığı köylerin büyük çoğunluğunun şimdi tamamen boş kaldığını, orada kimsenin yaşamadığını dikkate alırsak, oraya dönmek o kadar da büyük sorun olmaz, yani birilerini oradan göç ettirmek gerekmeyecek. Sadece güvenlik garantisi verilmeli. Onların orada yaşama hakkı tanınmalı ve elbette ki, faaliyetleri için şartlar oluşturulmalıdır. Yani, bizim talebimiz bundan ibaret ve umuyorum ki, bir gün gelecek Batı Azerbaycanlılar kendi topraklarına dönecekler.
Ermenistan Başbakanı'nın Batı Azerbaycan Topluluğu temsilcilerini kabul etmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla onlar Erivan'a gitmeye de hazırlar. Kabul etsin, onların ağzından sorunlarını duysun, dinlesin onları. Yani, oradan haksız yere kovulmuşlar. Oraya dönmeye tam hakları var. Eğer bunu yapmazsa, o zaman hangi Avrupa demokrasisinden bahsediliyor? Sonuçta, Ermenistan kendisini bugün Avrupa demokrasisi yolunda ilerleyen bir ülke olarak sunuyor. Bunu somut olarak göstersin. Aynı zamanda, AGİT'in de bu konuyla ilgili tutumunu açıklaması gerektiğini düşünüyorum. Avrupa Komisyonu'ndan da tutum bekliyoruz. Yani, sadece bunu görmezden gelmek doğru bir adım değil. Bu, ciddi bir sorundur. Bu, yüz binlerce insanın haklarının iadesi meselesidir. Bu, insan hakları meselesidir. Bu, adalet meselesidir. Bu, aynı zamanda, şimdiki Ermenistan yönetiminin faşist olmadığını gösterecektir. Çünkü üç cumhurbaşkanı faşistti. Yani, onların açıklamaları, eylemleri, Hocalı soykırımına üçünün de katılımı ve birçok başka kanıt var. Eğer şimdiki Başbakan demokratsa, üstelik Avrupa demokrasisinin, nasıl denirse, "kurucusu olan" Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un dostuysa, bunu göstersin, izin versin. Yani, bizim isteğimiz bundan ibaret ve bunu talep etmek herhangi bir toprak iddiasında bulunmak anlamına gelmiyor. Sadece buna insan hakları açısından yaklaşmak gerekir ve biz bu konuyu gündemden çıkarmayacağız. Halbuki bize böyle teklifler var. Ama herkes bilsin, hem Ermenistan hem de onun arkasında duranlar ki, bu konu Azerbaycanlılar güvenli bir şekilde Batı Azerbaycan'a ve Batı Zengezur'a yerleşene kadar gündemden çıkmayacak.
Vüsal Metleb: Teşekkür ederiz, Sayın Cumhurbaşkanı, röportaj için çok sağ olun.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev: Sağ olun, size teşekkür ederim.
Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 7 Ocak tarihinde ulusal televizyon kanallarına özel bir röportaj verdi.
Röportajı sizlere sunuyoruz:
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 7 Ocak'ta yerel televizyon kanallarına röportaj verdi.
Oxu.Az bu konuda President.az'a istinaden haber veriyor.
"İlham Aliyev" etiketine göre haberler
- İtalyan medyası Azerbaycan Cumhurbaşkanının yerel televizyon kanallarına verdiği röportajı yakından takip etti
- İlham Aliyev, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterini kabul etti
- İlham Aliyev Avrupa Birliği'nin Güney Kafkasya Özel Temsilcisini kabul etti
- Prof.Dr.Toğrul İsmayıl: "Rusya uçak kazasında sorumluluğunu kabul etmeli, başka yol yok"
- Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e taziye mektupları gelmeye devam ediyor